31 Temmuz 2018 Salı

Tanios Kayası - Amin Maalouf



Ondokuzuncu yüzyılda, okul açan bir İngiliz papazın, iki katolik öğrenci alması ya da iki katolik öğrencinin okuluna kaydolması için ailelerini ikna etmesi ne kadar önemli olabilir? Bu öğrenciler ve tabiatları, İngiltere'den Fransa'ya nasıl bu kadar iyi bilinebilir? Bu bizim gibi günübirlik yaşayan ülkelerin anlayabileceği bir şey değil belki de!


Ufacık bir bölgeden bahsediyoruz. Bir "dağ"dan! Amin Maalouf'un doğduğu köyün yer aldığı, çoğu romanının baş karakteri bir dağ! Beyrut'tan bir kaç saat uzaklıkta olduğu söylenen. Öyle ki gittiğinizde, aklınızda bin bir hikaye bahsi geçsin istiyorsunuz bu dağın konuşmalarda... Bekliyorsunuz... Zihninizde bir yanda Feyruz'un sesi diğer yanda artık büyülü gelmeye başlayan bir dağ! Sorduğunuzda bilinmediğini fark etmek çok tuhaf geliyor. Amin Maalouf, Beyrut'ta daha doğrusu Lübnan'da popüler bir yazar değil mi sormadan edemiyorsunuz kendi kendinize? Gittiği için mi? Gitmese bu kadar iyi kim anlatabilirdi kalanları? Sonra Paris'te durumu merak ediyorsunuz, "Frankafon yazarlar arasında O" cevabını alıyorsunuz sadece!

Şaşkınlık!

Yani Sartre varken Ortadoğulu bir yazarın yüzüne bakılmıyor mu demek bu?

Kendinizi Ortadoğu'lu gibi mi hissediyorsunuz yoksa Avrupalı'mı, benzer hikayeler, benzer coğrafyalar  gibi değil de benzer yazgılarda mı aklınız? Gitmek kalmak, konum hikayeleriyle ilgili sorgulamalar bir yana ailesini çok iyi tanıyıp anlatabilmesine de gıpta ediyorsunuz. Sanki o dağ hep arkasında, Beyrut'ta bahsi geçmeyen, belki de pek önemli olmayan bir dağdan bahsediyorum. Ne babaannenizi ne dedelerinizi ne gerçek anneannenizi tanımamış biri olarak çok kıymetli bu bağı okumak, hem de her kitabında... Gene de aklınızda o soru! Açıklamalar getiriyorsunuz kendinizce, Türkiye'de herkes Yaşar Kemal'in yazdıklarını, Anavarza'yı biliyor mu mesela? Ama toplamı İstanbul kadar olan bir ülkeden, bölgeden bahsediyoruz? Aynı şey Feyruz için de geçerli?

Geçmiş, gelecek, kurşun delikleriyle dolu binalarla yanyana gökdelenler şehri Beyrut, sorular bırakan...

Yolların Başlangıcı'yla dedelerinden hatta doğduğu dağın binlerce yıllık geçmişine doğru giden hikayesini okuyorsunuz bir dolu soruyla. Tanios Kayası'yla Dağ'daki bir hikaye anlatılıyor. Derebeyi yani şeyh, emir, patrik  çevresinde yaşananları okumak biraz da İnce Memed'i hatırlatıyor. Toprak ağalarının varolduğu feodal düzeni okurken, kendi toprakları olan insanların bugün tarıma nasıl yabancılaştıkları düşünmek içinizi sızlatıyor, değişen ne var sahi?

O dönem bölgeye dair yapılandırılan ince stratejileri de anlatıyor kitap. Sonunun Ürdün Kralının Arap Devleti vaadiyle nasıl kandırıldığına kadar uzandığını düşünüp buruk bir gülümsemeyle devam ediyorsunuz okumaya. Sonrasında diktatörlerin birer birer çökerek devletçikleri geçtim mayın tarlasına çevrilen bir bölgenin o zamanki durumu...Ortadoğu'nun hala Osmanlı'ya bağlı olduğu, Hıristiyanların hüküm sürdüğü bir dağda geçenleri anlatıyor Amin Maalouf, doğduğu köyün bulunduğu bir dağda geçenleri... İngiltere'den Fransa'ya, Mısır'a uzanan hikayeleriyle... Amin Maalouf romanlarının ailesini anlatırken geçmişe dair verdiği ipuçlarını önemli buluyorsunuz. Aklınız hala Osmanlı'yı kötüleyip Fransa'yı övmesinde olsa da...

 Arka Kapak

"Mehmet Ali Paşa'lı yılların Mısır'ı. Güzelliğini çarmıh gibi taşıyan bir kadın: Lamia. Lamina'nın gölgesine sığındığı bir şeyh: Francis. Yasak aşkın meyvesi bir oğul Tanios. Başka bir kadın:Esma.
Bir serüven ve sadakat romanı... 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...