"Semerkand'ı okuyorum bugünlerde"
cümlesi aklıma kazınmış, yazarın peşine düşürmüştü o zamanlar. Hele de söyleyen
okumalarına güvendiğim biriyse mutlaka göz atmalıydım. Şimdilerde kitaplarını
daha farklı bir gözle okuduğum, Amin Maalouf'un o zamanlar hikayelerini sevmiş
olmalıyım. Oysa yaş aldıkça değişen farkındalıklarım, dünya düzeni, iç
hesaplaşmalarım çok daha farklı okumalara, anlamaya çalışarak yol almaya
yöneltti beni.
Türkiye ve dünyada olanlar, son
dönem doğduğum topraklardan yurtdışına olan büyük göç bir yanda Arapların
Anadolu'ya yerleşmeyi hızlandırması, buradan bolca mülk alması diğer yanda, çok
çok farklı konularda, gidip gelen düşüncülerle okumaya başladım yazarı.
Arapların Gözünden Haçlı Seferleriyle fethetmişti bir kere yazar beni.
Öte yandan Fas'tayken bahsi geçen
Afrikalı Leo'yu o toprakları gezerken tekrar okumalıyım diye düşünmüştüm. Bazı
okumalar erken miydi? Ya da size sorular sorduracak okumalar yapabilmeniz için
yardım almak mı gerekirdi? Bunların hepsi Amin Maalouf'un bana yaşattıkları
diyebilirim hatta daha işin başındayım desem daha doğru olur! Çünkü Doğu'nun
Limanları'nın hissettiktirdikleriyle başlayan bambaşka bir serüvenim daha vardı
yazarla birlikte yola çıktığım...
Dinler tarihi serüvenime eşlik
eden, bir girdap gibi içine çekiveren Ortadoğu'yu anlamaya çalışırken yazarın
ailesinin tarihine tanıklık etmek duygular yumağıyla bulaştırdı yeniden beni.
Kendi ailemde ne anneannemi ne babaannemi ne de dedelerimi tanımadığım için
böylesine geniş bir aileye azıcık gıpta ediyordum sanırım. Ve işte karşımda
ağırlıklı olarak Küba'ya göç eden büyük amcası Cebrail ve dedesi Butros'u
anlattığı kitabı elimde... Ah Ortadoğu, ah Beyrut, ah Arapların bambaşka bir
yüzü....
Söylenecek ne çok şey var deyip
bırakmalı mıyım burada yoksa aklıma ilk gelenlerden hemen konuya mı girmeliyim?
Baksanıza konuya girebilmek için bile bir dolu şey yazdım yukarda...
Doğu'nun Limanlarının ülkeyi
terketmek ya da kalmakla ilgili sorduklarını, Beyrut'ta kalanların ve
gidenlerle yıllar sonra buluştuklarında olanları ve kitabın ironik sonunu
aklıma kazımıştım bir kere. Bu kitabın sorduklarıyla ilgili ilk olarak İran'da
karşılaşmıştım. Ve böylesi bir durumun ne kadar keskin ve acı verici olabileceğini,
kalanların yorumlarından farkederek üzülmüştüm. Göç Ortadoğu'nun hatta
Anadolu'nun ve hatta Dünyanın kaderi miydi sahi? Baksanıza "Yolların"
Başlanıgından bahsediyordu yazar "Yol"un değil!
Amin Maalouf'un Osmanlı'ya bakış
açısıyla Fransızlara bakış açısı da ilgimi çekiyordu son zamanlarda... Osmanlı'yı
suçlayıp Fransızları övüyor muydu az buçuk yoksa bana mı öyle geliyordu?
Doğduğu topraklar, Fransızların sömürgesi olmamış mıydı? Yoksa değersiz Osmanlı
köylüsü olmaktansa özgürlüğe giden yolda Fransız sömürgesi olmak daha mı iyiydi?
Özgür müydü bugünlerde Lübnan gerçekten yoksa Osmanlı hakimiyetindeyken barışın
hakim olmasına farklı mı bakmak gerekiyordu? Çünkü son dönemlerde yapılan
saldırılara Napolyonun yolladığı askerlerle karşılık verilebildiğinden de
bahsediyor? Bir taraftan da Fransa ikinci ülkesi olduğu için minnet borcu mu
vardı o ülkeye? Ne çok soru var? Ah bir de kitabın Arka Kapak'ında yazan son
cümle aklımda şimdi "Yolların Başlangıcı sürgündeki yazarın tek yurduna,
ailesine adadığı bir aşk şarkısı." Yazar Lübnan'ı tek yurdu olarak kabul
etmiyor asla! Hayatının neredeyse otuz yılı geçtikten sonra göç ettiği
Fransa'yı göz ardı etmiyor. Kendisine sorulduğunda sabırla, teker teker
saydığını söylüyor aidiyetlerini... Haklı da değil mi? Yazar olma yolunda
genlerinden gelenler bir yana dünya üzerinde yol aldığı, nefes aldığı ülkeler
bir yana değil mi? Hepsinin ne şekilde, nasıl beslediğini nasıl bilebiliriz
söyler misiniz?
Kitapta Osmanlı'nın son
dönemlerinden bahsederken dönemin kahramanı büyük Kurtuluş Savaşı'mıza önderlik
eden Mustafa Kemal Atatürk'e geliyor sıra. Dedesiyle karşılaştırması Atatürk'ü tatlı
geliyor bana! Kendi atalarımızı görmek istediğimiz yerden görmek iyi gelir,
öyle anlatmaksa daha iyi belki de... Neticede sonuca tam olarak ulaşamasa da
bir şeylerin mücadelesini vermiş bir adam. Ve Mustafa Kemal'e hayranlığıyla
kızı olduğu halde adını Kamal koymuş bir aydın!
Öte yandan kitapta Selanik'e dair
anlatılanlar, Sabetaycıların bu şehirde kurduğu okul, Ata'nın bu okula gitmesi
neden son dönemde bazı yakıştırmaların yapıldığını daha iyi anlatıyor sanırım.
Bu konu biraz daha araştırılacaklar arasına girdi bile ... Ömür yeter belki de
bu araştırmalara kim bilir...
Bir düşünceden ötekine koşturan
bölgeye ilgisi olan benim için yepyeni kapılar açan, Maalouf'un dedelerine dair
önemli bir roman Yolların Başlangıcı... Yazarın köklerini anlatabilmesi ise
ayrıca gıpta ettirici bir konu ...
"Başka biri olsaydı,
"kökler"de söz ederdi... Benim sık kullandığım bir sözcük değil bu.
"Kök" sözcüğünü sevmem, imgesinden daha az hoşlanırım. Kökler toprağa
gömülür, çamurun içinde kıvrılıp bükülür, karanlıklarda dal budak salar; daha
doğumundan başlayarak ağacı tutsak eder ve gözünü korkutarak beslerler:
"Özgür kalırsan ölürsün!"
Ağaçlar, boyun eğmek
zorundadır; kökleri onlara gereklidir;
insanlara değildir oysa. Bir ışığı soluruz, gözümüz göklerdedir ve toprağın
altına girdiğimizde, çürüyüp gitmek içindir bu. Doğduğumuz toprağın can suyu,
ayaklarımızdan başımıza doğru yükselmez; ayaklar yalnızca yürümeye yarar. Bizim
için, yalnızca yollar önemlidir. Bize göz diken, bizi isteyen onlardır-
yoksulluktan zenginliğe ya da başka bir yoksulluğa, kölelikten özgürlüğe ya da
kanlı bir ölüme giderken. Bize sözler verir, bizi taşır, itekler sonra da
terkederler. Ve o zaman, tıpkı doğduğumuz gibi, kendi seçmediğimiz bir yolun
kıyısında ölüp gideriz." Sh 9
Arka Kapak
Göçenler, kalanlar, tartışmalar,
aşklar, söylenceler, din değiştirmeler, küskünlükler, bağışlamalar, gerçek
insanlar...
Yazar annesinden aldığı,
titizlikle saklanmış aile belgeleriyle dolu bir bavuldan hareketle kendi
ailesinin olduğu kadar insanlığın da yakın geçmişine ışık tutuyor. Özellikle
Osmanlı İmparatorluğu ve Atatürk'e ilişkin çok ilgi çekici yorumlar da içeren
kitapta iki kahraman öne çıkıyor: Maalouf'un dedesi Butros ve dedesinin kardeşi
Cebrail. İki kardeşin yazışmalarından ortaya çıkarılan olay örgüsü, göçebe
ruhu, ülküleri, koşulları, koşullar karşısında farklı insanların tutumlarını
küçücük notlardan ya da uzun araştırmalardan aydınlığa kavuşturup Beyrut'tan
Küba'ya uzak anakaraları birleştiriyor. Yolların Başlangıcı sürgündeki yazarın
tek yurduna, ailesine adadığı bir aşk şarkısı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder