11 Temmuz 2018 Çarşamba

Yolların Başlangıcı - Amin Maalouf




"Semerkand'ı okuyorum bugünlerde" cümlesi aklıma kazınmış, yazarın peşine düşürmüştü o zamanlar. Hele de söyleyen okumalarına güvendiğim biriyse mutlaka göz atmalıydım. Şimdilerde kitaplarını daha farklı bir gözle okuduğum, Amin Maalouf'un o zamanlar hikayelerini sevmiş olmalıyım. Oysa yaş aldıkça değişen farkındalıklarım, dünya düzeni, iç hesaplaşmalarım çok daha farklı okumalara, anlamaya çalışarak yol almaya yöneltti beni.


Türkiye ve dünyada olanlar, son dönem doğduğum topraklardan yurtdışına olan büyük göç bir yanda Arapların Anadolu'ya yerleşmeyi hızlandırması, buradan bolca mülk alması diğer yanda, çok çok farklı konularda, gidip gelen düşüncülerle okumaya başladım yazarı. Arapların Gözünden Haçlı Seferleriyle fethetmişti bir kere yazar beni.

Öte yandan Fas'tayken bahsi geçen Afrikalı Leo'yu o toprakları gezerken tekrar okumalıyım diye düşünmüştüm. Bazı okumalar erken miydi? Ya da size sorular sorduracak okumalar yapabilmeniz için yardım almak mı gerekirdi? Bunların hepsi Amin Maalouf'un bana yaşattıkları diyebilirim hatta daha işin başındayım desem daha doğru olur! Çünkü Doğu'nun Limanları'nın hissettiktirdikleriyle başlayan bambaşka bir serüvenim daha vardı yazarla birlikte yola çıktığım...

Dinler tarihi serüvenime eşlik eden, bir girdap gibi içine çekiveren Ortadoğu'yu anlamaya çalışırken yazarın ailesinin tarihine tanıklık etmek duygular yumağıyla bulaştırdı yeniden beni. Kendi ailemde ne anneannemi ne babaannemi ne de dedelerimi tanımadığım için böylesine geniş bir aileye azıcık gıpta ediyordum sanırım. Ve işte karşımda ağırlıklı olarak Küba'ya göç eden büyük amcası Cebrail ve dedesi Butros'u anlattığı kitabı elimde... Ah Ortadoğu, ah Beyrut, ah Arapların bambaşka bir yüzü....
Söylenecek ne çok şey var deyip bırakmalı mıyım burada yoksa aklıma ilk gelenlerden hemen konuya mı girmeliyim? Baksanıza konuya girebilmek için bile bir dolu şey yazdım yukarda...

Doğu'nun Limanlarının ülkeyi terketmek ya da kalmakla ilgili sorduklarını, Beyrut'ta kalanların ve gidenlerle yıllar sonra buluştuklarında olanları ve kitabın ironik sonunu aklıma kazımıştım bir kere. Bu kitabın sorduklarıyla ilgili ilk olarak İran'da karşılaşmıştım. Ve böylesi bir durumun ne kadar keskin ve acı verici olabileceğini, kalanların yorumlarından farkederek üzülmüştüm. Göç Ortadoğu'nun hatta Anadolu'nun ve hatta Dünyanın kaderi miydi sahi? Baksanıza "Yolların" Başlanıgından bahsediyordu yazar "Yol"un değil!

Amin Maalouf'un Osmanlı'ya bakış açısıyla Fransızlara bakış açısı da ilgimi çekiyordu son zamanlarda... Osmanlı'yı suçlayıp Fransızları övüyor muydu az buçuk yoksa bana mı öyle geliyordu? Doğduğu topraklar, Fransızların sömürgesi olmamış mıydı? Yoksa değersiz Osmanlı köylüsü olmaktansa özgürlüğe giden yolda Fransız sömürgesi olmak daha mı iyiydi? Özgür müydü bugünlerde Lübnan gerçekten yoksa Osmanlı hakimiyetindeyken barışın hakim olmasına farklı mı bakmak gerekiyordu? Çünkü son dönemlerde yapılan saldırılara Napolyonun yolladığı askerlerle karşılık verilebildiğinden de bahsediyor? Bir taraftan da Fransa ikinci ülkesi olduğu için minnet borcu mu vardı o ülkeye? Ne çok soru var? Ah bir de kitabın Arka Kapak'ında yazan son cümle aklımda şimdi "Yolların Başlangıcı sürgündeki yazarın tek yurduna, ailesine adadığı bir aşk şarkısı." Yazar Lübnan'ı tek yurdu olarak kabul etmiyor asla! Hayatının neredeyse otuz yılı geçtikten sonra göç ettiği Fransa'yı göz ardı etmiyor. Kendisine sorulduğunda sabırla, teker teker saydığını söylüyor aidiyetlerini... Haklı da değil mi? Yazar olma yolunda genlerinden gelenler bir yana dünya üzerinde yol aldığı, nefes aldığı ülkeler bir yana değil mi? Hepsinin ne şekilde, nasıl beslediğini nasıl bilebiliriz söyler misiniz?

Kitapta Osmanlı'nın son dönemlerinden bahsederken dönemin kahramanı büyük Kurtuluş Savaşı'mıza önderlik eden Mustafa Kemal Atatürk'e geliyor sıra. Dedesiyle karşılaştırması Atatürk'ü tatlı geliyor bana! Kendi atalarımızı görmek istediğimiz yerden görmek iyi gelir, öyle anlatmaksa daha iyi belki de... Neticede sonuca tam olarak ulaşamasa da bir şeylerin mücadelesini vermiş bir adam. Ve Mustafa Kemal'e hayranlığıyla kızı olduğu halde adını Kamal koymuş bir aydın!
Öte yandan kitapta Selanik'e dair anlatılanlar, Sabetaycıların bu şehirde kurduğu okul, Ata'nın bu okula gitmesi neden son dönemde bazı yakıştırmaların yapıldığını daha iyi anlatıyor sanırım. Bu konu biraz daha araştırılacaklar arasına girdi bile ... Ömür yeter belki de bu araştırmalara kim bilir...
Bir düşünceden ötekine koşturan bölgeye ilgisi olan benim için yepyeni kapılar açan, Maalouf'un dedelerine dair önemli bir roman Yolların Başlangıcı... Yazarın köklerini anlatabilmesi ise ayrıca gıpta ettirici bir konu ...

"Başka biri olsaydı, "kökler"de söz ederdi... Benim sık kullandığım bir sözcük değil bu. "Kök" sözcüğünü sevmem, imgesinden daha az hoşlanırım. Kökler toprağa gömülür, çamurun içinde kıvrılıp bükülür, karanlıklarda dal budak salar; daha doğumundan başlayarak ağacı tutsak eder ve gözünü korkutarak beslerler: "Özgür kalırsan ölürsün!"

Ağaçlar, boyun eğmek zorundadır;  kökleri onlara gereklidir; insanlara değildir oysa. Bir ışığı soluruz, gözümüz göklerdedir ve toprağın altına girdiğimizde, çürüyüp gitmek içindir bu. Doğduğumuz toprağın can suyu, ayaklarımızdan başımıza doğru yükselmez; ayaklar yalnızca yürümeye yarar. Bizim için, yalnızca yollar önemlidir. Bize göz diken, bizi isteyen onlardır- yoksulluktan zenginliğe ya da başka bir yoksulluğa, kölelikten özgürlüğe ya da kanlı bir ölüme giderken. Bize sözler verir, bizi taşır, itekler sonra da terkederler. Ve o zaman, tıpkı doğduğumuz gibi, kendi seçmediğimiz bir yolun kıyısında ölüp gideriz." Sh 9

Arka Kapak

Göçenler, kalanlar, tartışmalar, aşklar, söylenceler, din değiştirmeler, küskünlükler, bağışlamalar, gerçek insanlar...

Yazar annesinden aldığı, titizlikle saklanmış aile belgeleriyle dolu bir bavuldan hareketle kendi ailesinin olduğu kadar insanlığın da yakın geçmişine ışık tutuyor. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu ve Atatürk'e ilişkin çok ilgi çekici yorumlar da içeren kitapta iki kahraman öne çıkıyor: Maalouf'un dedesi Butros ve dedesinin kardeşi Cebrail. İki kardeşin yazışmalarından ortaya çıkarılan olay örgüsü, göçebe ruhu, ülküleri, koşulları, koşullar karşısında farklı insanların tutumlarını küçücük notlardan ya da uzun araştırmalardan aydınlığa kavuşturup Beyrut'tan Küba'ya uzak anakaraları birleştiriyor. Yolların Başlangıcı sürgündeki yazarın tek yurduna, ailesine adadığı bir aşk şarkısı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...