Moskova Devlet Tiyatrosu'nun duvarları çatıya kadar çatlamaya başlayıp, bina yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığında kazıp temele bakmışlar. Devasa taş binanın, çoktan çürümüş ahşap bir temel üzerine inşa edildiği görüldüğünde binanın yıkılıp yıkılmaması sorunuyla karşı karşıya kalınmış. Yüz yıl önce inşa edilen binada kullanılan ahşap kazıklar o dönem için yeterli gelmiş. Ancak yüz yıl sonra çürüyüp yıkılma tehlikesi ortaya çıktığında farklı bir çözüm üretmek zorunda kalınmış. Mühendisler, binayı yıkmak yerine, köşelerden başlayarak, yavaş yavaş çürük kirişleri büyük granit taşlarla değiştirmişler, böylece temel yenilenmiş. Devlet tiyatrosunun devasa binası yeni, sağlam temeller üzerine oturtulmuş. Bugün de hala dimdik ayakta duruyor diyor yazar. Bu kitap Bulgarca'dan Türkçe'ye 1928 yılında çevrildiğine göre bahsedilen yenilenme durumu 1800 lerin sonu 1900lerin başında olmalı...
Mimar Sinan gibi sorun çıkacağını bildiği yere zamanı geldiğinde ne
yapılacağına dair not bırakacak kadar ön görüşlü mimarların yokluğundan
yakınmıyor tabii ki kitap. Tiyatro binasıyla devlet yapılarının değişimlere
açık olması, yenilenmesi konusuna giriş yapmış oluyor.
Ve sıklıkla düşündüğümüz asıl soru geliyor sonrasında; kahraman mı yoksa
topluluk mu yazar ulusların tarihini? İngiliz düşünür Carlyle'ın düşüncesine
göre kahraman dediğimiz bireylerden, yani tek başına, yüce insanlar tarafından
mı yoksa tüm ulusun ortak çabasından, kitle ruhunun güçlenmesi ya da
gerilemesinden mi? İngiliz düşünüre karşılık Tolstoy, hayatını yaratan,
olayları yönlendiren, onlara kendi karakterlerini, kendi renklerini verenin kahramanlar
değil, kitleler olduğunu söylüyor.
Size de tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan diye sordurmadı mı
bu düşünceler?
Kitap 2. Dünya Savaşı öncesinde yazıldığı için mesela Gandhi'den habersiz.
Gandhi'nin pasif direnişle ulaştığı başarısının biraz da İngilizlerin maddi
sorunlar nedeniyle artık Hindistan'dan çıkma isteğiyle açıklandığından habersiz
mesela... Peki ya 2. Dünya Savaşı hezimetle sonuçlanan Japonya'nın tekrar ayağa
kalkabilmesine ne demeli? Yani aslında
varacağımız sonuç bir kahramanın, koşulları olgunlaşan toplumla başarıya
ulaşabilmesi mi olmalı? Kesinlikle... İkisi birbirini tamamlıyor.
1811 yılına kadar İsveç yönetiminde olan Finlandiya, Suomi yani "batalık
ülkesi" olarak adlandırılmış kendi halkı tarafından. Yani bataklıklar
içinde, toprağı verimsiz, hiç maden bulunmayan, zorluklar içinde mücadele eden
bir ülkeden bahsediyoruz. İsveç de çöplüğü gibi kullanmış bu ülkeyi diye
tanımlayabiliriz sanırım kısaca. Daha sonra İsveç ve Rusya arasındaki savaşla
birlikte, Finlandiya'ya hangi ülke yönetimi altında kalmak istedikleri
sorulmuş. Rusya'nın, kendi içinde özerk olacağını garanti etmesiyle Rus tarafı
seçilmiş Finlilerce.
Finlandiya, Mısır'ın Osmanlı için önemi gibi bir öneme sahip değil Rusya
için. Tek önemi Rus başkenti St Petersburg'a yakın olması ve Rusya'nın Finleri
tampon bölge olarak kullanmak istemesi. Sonuçta gerçekten iç yönetimine hiç
dokunulmamış. Günümüzde stratejik öneme sahip ülkelerin hele de madenleri varsa
rahat bırakabileceğini düşünebiliyor musunuz? Afganistan'ın mesela ya da ne
bileyim Orta Doğu'nun ...
Böyle özgür bir ortamda, sefaletin son raddesinde yaşayan halkı
canlandıracak bir kahramanla gelecek bir kıvılcım yetmiş diyebiliriz belki.
Snellman'dan bahsediyoruz. Yeni filizlenen Fin entelijansiyanın en önemli
temsilcisinden. Birkaç Fin öğretmen, rahip, avukat ve memur, kitleleri
aydınlatmak için "haçlı seferi" başlatmak üzereydi deniyor kitapta. Bu
tabii ki kolay olmamış, fedakarlıklar, bitmeden usanmadan anlatmak, uğraşmakla,
zaman içerisinde başarılarını anlatan başka insanların da katılmasıyla bugünkü
örnek Finladiya'nın ortaya çıkması sağlanmış.
Biraz ütopya gibi okurken gerçekleşmiş bir hikaye ve bu hikayeyi
gerçekleştiren insanların başarılarıyla, yaptıklarıyla ilgili konuşmalarını
okuduğumu hatırlıyorum. Bir gece ne yapabilirim sorusuna kafanız takılarak
oturuyor ve okuyacak bir şeyler arıyorsanız gerçek bir başarı öyküsünü okumak
için tam zamanı diyorum.... Mustafa Kemal Atatürk'ün bu kitabı nasıl
önemsediğini ve müfredata koydurduğunu hatırlatak...
Kitapta
Arka Kapak
"Grigori Petrov, yayımlandığı dönemde Balkanlarda olduğu kadar genç
Türkiye'de de büyük bir ilgiyle karşılanan Beyaz Zambaklar Ülkesinde eserinde,
uzun yıllar ulus kimliğine sahip olamamış, işgaller, toplumsal eşitsizlikler,
yoksulluk ve türlü güçlüklerle boğuşmuş küçücük bir ülkenin her yönden
kalkınmasının hikayesi büyük bir hayranlık ve sevgiyle anlatır. Bir avuç
aydının kılavuzluğunda halkın her kesiminden insan, aydınlar, işçiler,
köylüler, sanatçılar, zanaatkarlar, eğitimciler örneğine az rastlanan bir
çabayla küçük ülkelerine, ulusal çıkarlarına sahip çıkarlar. Grigori Petrov da
sonuçlarını bizzat gördüğü bu çabayı, birlik ve beraberliğin, ulus bilincine
sahip olmanın değerini, masalsı üslubuyla eserinin hemen her sayfasında
vurgular. Petrov'un Bulgar aydınlarına ithaf ettiği, onlar için bir kılavuz olarak
tasarladığı bu özgün eser, Türkçeye ilk kez 1928 yılında Bulgarcadan çevrildi. O
tarihten beri defalarca basıldı, pek çok kez yeni çevirisi yapıldı, harp
okullarından köy okullarına kadar genç Türkiye'nin öğretmenlerine, aydınlarına
da kılavuz oldu. Günümüzde okuryazarlık oranı yüzde yüze varan, eğitim ve
öğretim sistemiyle, halkının mutluluğuyla diğer uluslara örnek olan
Finlandiya'nın "kuruluş" hikayesi Beyaz Zambaklar Ülkesinde eserinden
alınacak pek çok ders ve ilham var hala.."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder