26 Eylül 2018 Çarşamba

Labirent - Burhan Sönmez



Bir gece yarısı... Evi saran dem kokusuyla yudum yudum okuyorsunuz,  sayfaların arasında kaybolduğunuz zamanlar... Ya da bir parkta sonbahar yaprakları arasında ya da deniz kenarında hafif rüzgarın eşlik ettiği... Cümlelerden sarhoş, başınızı kaldırdığınızda nerede olduğunuzu anlamaya çalıştığınız... Tüm algınızın açık olduğu nefis zamanlarda bir "labirent"te  kayboluyorsunuz düşünün...

Yunan tanrıları gibi kusursuz bir müzisyen, blues konserinden sonra köprüden atıyor kendini... Ama ölmüyor, kaybolan hafızası ardından anlamaya çalışıyor dünyayı, her şeyi yeniden keşfederek... Siz de onunla giriyorsunuz o labirente, çıkabilmek umuduyla...

Burhan Sönmez'in okuduğunuz ilk kitabı... Bir tavsiyenin peşine takılmışsınız, ilk sayfadan itibaren "labirent"te buluveriyorsunuz kendinizi... Cümlelerin tadına vara vara, ağır ağır düşünerek ilerliyorsunuz...

Afrikalı kölelerin doğdukları yerlerden koparılıp, acımasızca çalıştırılmalarının hüznüyle çıkmış ortaya blues. İlk gitarlarını tavalara kümes tellerini geçirerek yapmışlar. Blues, toplumsal olgu, temelini arabeskle benzettiğimde tepki alırım... Ya da günümüzde popüler, isyana dair rap'le karşılaştırdığımda... Blues, bir başkaldırışsa gelişen topluma ayak uyduramayıp, fakirlikte kaybolan ve jiletlerini ortaya çıkaran gençler nedir peki? Neyse bunlar başka kitabın konusu... Gene de eğitimli, maddi durumu çok iyi genç insanların ülkelerinden kopuk, uzaklarda acı çeken insanlara daha yakın hissetmeleri bir yabancılaşma mı sormadan edemiyorum... Her ne kadar günümüzde bu durum, türkülere, Anadolu'nun mistisizime yakınlaşmayla biraz olsun kırılmış olsa da hüzünlendiriyor insanı... '68 gençliğinin yaptıklarına döndürüyor insanı, sorgulatıyor her şeyi... Ama bunlar başka kitabın konusu...

Şimdi nefis bir adamın kaybolan hafızasıyla çıktığı yolculuğa eşlik etme zamanı... Belki de gerçekten hafızasını kaybetmek şansı, ölmemek şansızlığıdır kimbilir... Farklı yollar denerken bulduğu saatçinin anlattığı iki önemli keşif, ayna ve saat... Herkesin sevdiği, kendine güvenen, iyiliksever, yetenekli adam, herkesten kaçan sürekli anlamaya çalışan birine dönüştüğünde son dönem seyrettiğiniz gerçekçi filmler geliyor aklınıza... Sadece şimdide, onunla birlikte anlamaya çalışarak ilerliyorsunuz, geleceğe dair bir beklenti olmadan... Ve bu yolculuk ona acı çektirirken size keyif aldırıyor, edebi olarak tabii ki... Sanırım Burhan Sönmez'in diğer kitaplarına doğru bir yolculuk başladı "labirent"le...

Arka Kapak

"Evet. Genç bir adam ormanda kaybolmuş. Günler sonra yaşlı birine rastlamış. Yaşlı adam da uzun zamandır ormanda kayıpmış ve genç adama çıkış yolunu birlikte aramayı önermiş. Olmaz, demiş genç adam, seninle zaman yitiremem, çıkış yolunu bilseydin şimdiye kadar bulurdun. Ama, demiş yaşlı adam, ben çıkmayan yolları öğrendim. Hikaye böyleydi, değil mi?"

İntihar etmek isteyen genç bir müzisyen, gözünü hastanede açar.
Hiç bir şey anımsamaz, şarkılarını bile.
Toplumsal bellek ile kişisel belleğin birbirine karıştığı, her şeyin ölü bir tarihin parçası haline geldiği yerde, kuşku duymadığı tek gerçek vardır:
Kaburgası kırık bedeni.
Kendisine benzeyen bir kentte, unutmanın lanet mi yoksa lütuf mu olduğunu bilmeden, çıkış arar.
Saatler, aynalar, deniz fenerleri.
Labirent, yüzeyde hüzünle akan, derinde keskin akıntılara kapılan bir yeni çağ romanı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...