18 Kasım 2013 Pazartesi

İran Günlüğüm-8 (Yezd)



Amin Maalouf Doğu’dan Uzakta’da savaş nedeniyle ülkesini terk eden genç insanlarla ülkelerinde kalanların yaşadıklarını, aralarındaki uçurumları, yıllar sonraki hesaplaşmaları, kalanların yaptıklarının ülkedeki şartlar dahilinde ya da dışarıdan değerlendirilmesini çok güzel bir dille anlatmıştı bana göre. Kendi yurdunuzda tehdit altındaysa hayatınız, geleceğiniz, çocuklarınız için bambaşka topraklara, umutlarla yüklü ama bir hiç olarak gitmek mi yoksa kalıp mücadele etmek mi olurdu tercihiniz?


İran İslam Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra başlayan göç dalgasının savaş ya da gösteriler kadar dramatik bir rolü olmadığı söylüyor Nobel Barış Ödüllü Şirin Ebadi. Ama insanlara öfkelerini en çok neyin beslediği sorulduğunda ailelerinden ayrı kalmak olduğunu söylecekleyeceklerini de ekliyor. Savaşın izleri bir şekilde tamir olur ama sevdiklerinizden ayrı kalmak tüm yaşamınızı etkileyen ve zamanın köreltemeyeceği bir acı maalesef. Bırakıp gitmek zorunda kalmak ya da kalabilmeyi göze almak! Dünyanın her yerinde ne çok acı, ne çok göç! Kim ister doğduğu toprakları bırakıp gitmeyi… İran İslam Cumhuriyeti’ni %95 oyla kabul ederken bu kadar acı çekeceklerini bilselerdi?


Yezd Tahran’dan Şiraz’dan biraz daha tutucu. Bunu çevrenize baktığınızda görebiliyorsunuz ya da bizim dolaştığımız yerlerde öyleydi diyeyim. Yezd’de badgir, Nakhl, kerpiç evli sokaklarla, çöl yoğunluğuyla, Cuma Camisiyle ve orada çalışan öğrencilerle karşılaşacağız ama nedense sondan başlamak ve Sessizlik Kuleleri’ne gitmek istedim.  
Zerdüşt inancına göre ölü gömme yerleri olarak kullanılan bu kuleler kentin dışında bir tepenin üzerinde yer alıyor. İnanca göre, bir Zerdüşt ölünce vücudu önce bu kulenin eteklerine getiriliyor ve burada ailesiyle birlikte cenaze töreni yapılıyor.


Daha sonra ölünün naşı rahipler tarafından kulenin içine taşınıyor ve burada bir taş üzerine bırakılıyormuş. İnanca göre Ahura Mazda’ya ulaşan ruh bedeni terk ettikten sonra artık beden ateşi, suyu ve toprağı kirletmemeli. Burada bırakılan cesedin vücudu kısa sürede akbabalarca parçalandıktan sonra kemikler kulenin dibinde gömülüyormuş.


 Kule rahiplerce kullanılırken içeriye rahiplerden başka kimse giremiyormuş. Kutsal ateş tapınağa taşındıktan sonra bu Zerdüşt geleneği yaşatılmaz olmuş. 1978’ten sonra Zerdüştler etekteki mezarlığa gömülüyorlar.



Zerdüşti mezarlığı uzaktan beyaz mermerleriyle görününce bir değişiklik olacağını düşünmedim ve  gidip yakından bakma gereği görmedim. Bir de tepeye çıkmak gerçekten çok zordu ve dönüşte gitmeye biraz üşendim galiba. Daha sonra Abianeh civarlarında gördüğümüz mezarlıklarda mermerden çok kayrak taşları vardı yani otobüsten gördüğüm kadarıyla. 


Sanırım toprağa saplanmış bu ufak kayraklar biraz da parayla ilgili. İsfahan’da gördüğüm bir mezarlıkta siyah mermerli mezarlar vardı. Özellikle siyah kullanılmasının bir nedeni yokmuş. Bizde kullanılan farklı mermerler gibi diye düşündüm. Yalnız üzeri toprak olarak bırakılmıyor, her tarafı siyah mermer ve yazılar var. Mezarlık ve taşları her seferinde incelemeye çalışıyorum, hakkında daha fazla bilgi edinmeyi kendime hatırlatıp yukarıda bahsettiğim Zerdüşt Tapınağı’na döneyim. 



Ateşgah, en önemli Zerdüş Tapınağı. Müzede bir cam arkasında yanan ateşin 470 yılından beri yandığı söyleniyor. Ateş badem ya da kayısı ağacından odunlarla destekleniyor, sürekli yanması sağlanıyormuş. Bu nedenle dünyanın her yanından Zerdüştler burayı ziyarete geliyormuş.

Zerdüştçülük ya da Mecusilik M.Ö. 6. Yüzyılda İranlı peygamber Zerdüşt’ün kurduğu inanç ve ibadet sistemi. Hem tek tanrıcı, hem dualist özellikler taşıyan bu din Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’i etkilediği söyleniyor. Yukarıdaki Faravahar, Zerdüştlüğün sembolü. İyi düşünceler, iyi sözleri, iyi davranışları doğurur, kanatlarının üç katlı olmasının nedeni bu saf temele dayanıyor. Elinde sadakat anlamına gelen bir yüzük var.Öteki eli saygıyı ifade ediyor. 


Yezd’de badgirlerle tanışıyoruz. Nam-ı diğer rüzgar kapanı. Evlerin ve su sarnıçlarının yazın soğutulmasında kullanılıyormuş. 15-20 metreyi bulan kuleler aracılığıyla alınan rüzgar kulelerden aşağıya yönlendirilerek evin yazlık için kullanılan yerine gidiyor. İklimin kuru olması nedeniyle havanın nemlendirilmesi de sağlanmış oluyor. Hava gerçekten çok kuru, benim gibi çok terleyen bir insan için bu çok güzel. Ama nemlendirilmesi de gerekiyor doğal olarak, bunu her türlü mimaride temel olarak kullandıkları havuzla ve badgirle sağlıyorlar gözüküyor. Su haznesi soğutulurken bir diğer unsur “Ghanat”larla ise yeraltından su taşınıyor.
Cuma cami ya da Ulu Cami kavramı bana Divriği Sivas’tan kaldı. Tüm şehrin toplandığı büyük cami olarak tanımlanıyor, Cuma camisi. 12.yy.da burada bulunan bir Zerdüşt ateş tapınağının yerine 14.yy.da yaptırılmış. Büyük, mavinin her tonundaki çini işlemeli anıtsal kapısıyla eski kente damgasını vuran caminin özellikle kubbesindeki ve 1375 yılında yapılan mihrabındaki çini işlemeler eşsiz. Dış kapının her iki yanında yükselen 48 metrelik minarelerin İran’daki en yüksek minareler olduğu söyleniyor. 


Bu muhteşem camide çizim çalışan öğrencilerle karşılaşmak hoş bir sürprizdi. 


Devasa Emir Çakmak Kompleksi (ya da camisinin önünde, tam emin değilim, güneş ters yönde olduğu için fotoğraf da çekemedim) önündeki meydanda “Taziye” isimli geleneksel yas tutma törenleri yapılır. Üçüncü İmam olan İmam Hüseyin, Muharrem ayının 10. gününde şehit edildiği için, bu olayın yası her yıl bu dönemde tutuluyor. Caminin bahçesinde yaklaşık 10 metre yüksekliğinde ve ağaçtan yapılma bir araç bulunmakta. Bu aracın ismi “Nakhl”dır. 


Bu kocaman bir palmiye yaprağı şeklindeki araç İmam Hüseyin (3. imam) in tabutunu sembolize etmekteymiş. Tören günü aracın yan yüzleri yas tutulduğunu göstermek üzere siyah örtülerle kaplanıyor Nakhl aracını süslemek için kınından çıkarılmış kılıçlar, hançerler, kamalar ve aynalar, meyveler, gelin telleri, ve renkli ipek peçeteler her iki yönüne asılıyormuş. Törenlerde ağıtlar yakılır, derin duygular yaşanır, birçok kişi ağlıyormuş. Nakhl  meydanda üç tur dolaştırıldıktan sonra meydanın bir köşesine konuyor ve bir yıl sonraki tören zamanına kadar orada bekletiliyormuş.



İtiraf ediyorum, 3-4 yazıda bitiririm dediğim İran günlüğüm 8'e geldiği halde anlatacaklarımı bitiremedim henüz. Bu biraz yorucu oldu benim için, dikkatim dağılabiliyor, herşeyi yeterince ifade edemediğimi düşünüyorum bazen ya da mesela burada olduğu gibi kerpiç evli sokaklarda, çölün yoğunluğunda dolaşmayı unutabiliyorum. Buraya kadar okuyan herkese kalpten teşekkürler...

2 yorum:

  1. Disarida kazandan bosanircasina yagmur yagiyor. Sirtimda annemin ordugu İStanabuldayken kullanmaya firsat bulamadigim sal. BAba kiz ders calisiyorlar; ot, oooooooollll. icimden, Ada da okumayi ogrense bu guzeel yazilari okusa yada yazsa diyorum. İRan da dolasiyorum. SAyende. Bu tel. bana hediye eden arkd. selam olsun

    Cİniler super.
    Sanirim zerdust luk bende de var. Ates e bende bayilirim. hic sonmese hayir demem.

    duygusal anne

    YanıtlaSil
  2. Ada kız sizin gibi anne babası olduğu için çok şanslı keyifli olsun herşey mutluluk dolu

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...