Amin Maalouf Doğu’dan Uzakta’da
savaş nedeniyle ülkesini terk eden genç insanlarla ülkelerinde kalanların
yaşadıklarını, aralarındaki uçurumları, yıllar sonraki hesaplaşmaları, kalanların
yaptıklarının ülkedeki şartlar dahilinde ya da dışarıdan değerlendirilmesini
çok güzel bir dille anlatmıştı bana göre. Kendi yurdunuzda tehdit altındaysa hayatınız,
geleceğiniz, çocuklarınız için bambaşka topraklara, umutlarla yüklü ama bir hiç
olarak gitmek mi yoksa kalıp mücadele etmek mi olurdu tercihiniz?
İran İslam Cumhuriyeti’nin
kuruluşundan sonra başlayan göç dalgasının savaş ya da gösteriler kadar
dramatik bir rolü olmadığı söylüyor Nobel Barış Ödüllü Şirin Ebadi. Ama insanlara öfkelerini en
çok neyin beslediği sorulduğunda ailelerinden ayrı kalmak olduğunu söylecekleyeceklerini
de ekliyor. Savaşın izleri bir şekilde tamir olur ama sevdiklerinizden
ayrı kalmak tüm yaşamınızı etkileyen ve zamanın köreltemeyeceği bir acı maalesef.
Bırakıp gitmek zorunda kalmak ya da kalabilmeyi göze almak! Dünyanın her
yerinde ne çok acı, ne çok göç! Kim ister doğduğu toprakları bırakıp gitmeyi… İran
İslam Cumhuriyeti’ni %95 oyla kabul ederken bu kadar acı çekeceklerini
bilselerdi?
Yezd Tahran’dan Şiraz’dan biraz
daha tutucu. Bunu çevrenize baktığınızda görebiliyorsunuz ya da bizim
dolaştığımız yerlerde öyleydi diyeyim. Yezd’de badgir, Nakhl, kerpiç evli
sokaklarla, çöl yoğunluğuyla, Cuma Camisiyle ve orada çalışan öğrencilerle karşılaşacağız
ama nedense sondan başlamak ve Sessizlik Kuleleri’ne gitmek istedim.
Zerdüşt inancına göre ölü gömme
yerleri olarak kullanılan bu kuleler kentin dışında bir tepenin üzerinde yer
alıyor. İnanca göre, bir Zerdüşt ölünce vücudu önce bu kulenin eteklerine
getiriliyor ve burada ailesiyle birlikte cenaze töreni yapılıyor.
Daha sonra ölünün naşı rahipler
tarafından kulenin içine taşınıyor ve burada bir taş üzerine bırakılıyormuş.
İnanca göre Ahura Mazda’ya ulaşan ruh bedeni terk ettikten sonra artık beden
ateşi, suyu ve toprağı kirletmemeli. Burada bırakılan cesedin vücudu kısa
sürede akbabalarca parçalandıktan sonra kemikler kulenin dibinde gömülüyormuş.
Zerdüşti mezarlığı uzaktan beyaz mermerleriyle
görününce bir değişiklik olacağını düşünmedim ve gidip yakından bakma gereği görmedim. Bir de
tepeye çıkmak gerçekten çok zordu ve dönüşte gitmeye biraz üşendim galiba. Daha
sonra Abianeh civarlarında gördüğümüz mezarlıklarda mermerden
çok kayrak taşları vardı yani otobüsten gördüğüm kadarıyla.
Sanırım toprağa saplanmış bu ufak kayraklar biraz da parayla ilgili. İsfahan’da gördüğüm bir mezarlıkta siyah mermerli mezarlar vardı. Özellikle siyah kullanılmasının bir nedeni yokmuş. Bizde kullanılan farklı mermerler gibi diye düşündüm. Yalnız üzeri toprak olarak bırakılmıyor, her tarafı siyah mermer ve yazılar var. Mezarlık ve taşları her seferinde incelemeye çalışıyorum, hakkında daha fazla bilgi edinmeyi kendime hatırlatıp yukarıda bahsettiğim Zerdüşt Tapınağı’na döneyim.
Sanırım toprağa saplanmış bu ufak kayraklar biraz da parayla ilgili. İsfahan’da gördüğüm bir mezarlıkta siyah mermerli mezarlar vardı. Özellikle siyah kullanılmasının bir nedeni yokmuş. Bizde kullanılan farklı mermerler gibi diye düşündüm. Yalnız üzeri toprak olarak bırakılmıyor, her tarafı siyah mermer ve yazılar var. Mezarlık ve taşları her seferinde incelemeye çalışıyorum, hakkında daha fazla bilgi edinmeyi kendime hatırlatıp yukarıda bahsettiğim Zerdüşt Tapınağı’na döneyim.
Ateşgah, en önemli Zerdüş Tapınağı.
Müzede bir cam arkasında yanan ateşin 470 yılından beri yandığı söyleniyor. Ateş badem ya da kayısı ağacından odunlarla destekleniyor, sürekli yanması sağlanıyormuş. Bu
nedenle dünyanın her yanından Zerdüştler burayı ziyarete geliyormuş.
Zerdüştçülük ya da Mecusilik M.Ö.
6. Yüzyılda İranlı peygamber Zerdüşt’ün kurduğu inanç ve ibadet sistemi. Hem
tek tanrıcı, hem dualist özellikler taşıyan bu din Yahudilik, Hıristiyanlık ve
İslamiyet’i etkilediği söyleniyor. Yukarıdaki Faravahar, Zerdüştlüğün sembolü. İyi
düşünceler, iyi sözleri, iyi davranışları doğurur, kanatlarının üç katlı olmasının nedeni bu saf temele dayanıyor. Elinde sadakat anlamına gelen bir yüzük var.Öteki eli saygıyı ifade ediyor.
Yezd’de
badgirlerle tanışıyoruz. Nam-ı diğer rüzgar kapanı. Evlerin ve su sarnıçlarının
yazın soğutulmasında kullanılıyormuş. 15-20 metreyi bulan kuleler aracılığıyla
alınan rüzgar kulelerden aşağıya yönlendirilerek evin yazlık için kullanılan
yerine gidiyor. İklimin kuru olması nedeniyle havanın nemlendirilmesi de
sağlanmış oluyor. Hava gerçekten çok kuru, benim gibi çok terleyen bir insan
için bu çok güzel. Ama nemlendirilmesi de gerekiyor doğal olarak, bunu her
türlü mimaride temel olarak kullandıkları havuzla ve badgirle sağlıyorlar
gözüküyor. Su haznesi soğutulurken bir diğer unsur “Ghanat”larla ise
yeraltından su taşınıyor.
Cuma cami ya da Ulu Cami kavramı bana
Divriği Sivas’tan kaldı. Tüm şehrin toplandığı büyük cami olarak tanımlanıyor, Cuma
camisi. 12.yy.da burada bulunan bir Zerdüşt ateş tapınağının yerine 14.yy.da
yaptırılmış. Büyük, mavinin her tonundaki çini işlemeli anıtsal kapısıyla eski
kente damgasını vuran caminin özellikle kubbesindeki ve 1375 yılında yapılan
mihrabındaki çini işlemeler eşsiz. Dış kapının her iki yanında yükselen 48
metrelik minarelerin İran’daki en yüksek minareler olduğu söyleniyor.
Bu muhteşem camide çizim çalışan
öğrencilerle karşılaşmak hoş bir sürprizdi.
Devasa Emir Çakmak Kompleksi (ya da camisinin önünde, tam emin değilim, güneş ters yönde olduğu için fotoğraf da çekemedim) önündeki
meydanda “Taziye” isimli geleneksel yas tutma törenleri yapılır. Üçüncü İmam
olan İmam Hüseyin, Muharrem ayının 10. gününde şehit edildiği için, bu olayın yası
her yıl bu dönemde tutuluyor. Caminin bahçesinde yaklaşık 10 metre yüksekliğinde
ve ağaçtan yapılma bir araç bulunmakta. Bu aracın ismi “Nakhl”dır.
Bu kocaman bir
palmiye yaprağı şeklindeki araç İmam Hüseyin (3. imam) in tabutunu sembolize
etmekteymiş. Tören günü aracın yan yüzleri yas tutulduğunu göstermek üzere siyah
örtülerle kaplanıyor Nakhl aracını süslemek için kınından çıkarılmış kılıçlar,
hançerler, kamalar ve aynalar, meyveler, gelin telleri, ve renkli ipek
peçeteler her iki yönüne asılıyormuş. Törenlerde ağıtlar yakılır, derin duygular
yaşanır, birçok kişi ağlıyormuş. Nakhl meydanda üç tur dolaştırıldıktan sonra
meydanın bir köşesine konuyor ve bir yıl sonraki tören zamanına kadar orada bekletiliyormuş.
İtiraf ediyorum, 3-4 yazıda bitiririm dediğim İran günlüğüm 8'e geldiği halde anlatacaklarımı bitiremedim henüz. Bu biraz yorucu oldu benim için, dikkatim dağılabiliyor, herşeyi yeterince ifade edemediğimi düşünüyorum bazen ya da mesela burada olduğu gibi kerpiç evli sokaklarda, çölün yoğunluğunda dolaşmayı unutabiliyorum. Buraya kadar okuyan herkese kalpten teşekkürler...
Disarida kazandan bosanircasina yagmur yagiyor. Sirtimda annemin ordugu İStanabuldayken kullanmaya firsat bulamadigim sal. BAba kiz ders calisiyorlar; ot, oooooooollll. icimden, Ada da okumayi ogrense bu guzeel yazilari okusa yada yazsa diyorum. İRan da dolasiyorum. SAyende. Bu tel. bana hediye eden arkd. selam olsun
YanıtlaSilCİniler super.
Sanirim zerdust luk bende de var. Ates e bende bayilirim. hic sonmese hayir demem.
duygusal anne
Ada kız sizin gibi anne babası olduğu için çok şanslı keyifli olsun herşey mutluluk dolu
YanıtlaSil