21 Kasım 2013 Perşembe

İran Günlüğüm-11 ( İsfahan)

Ve işte karşılaştığımda içimi ısıtıveren, yüzüme kocaman bir gülümseme konduruveren o minicik kitap. Varsın bambaşka bir dil olsun, yüzümdeki ışıl ışıl gülümsemeyle alıverdim kitabı. Ah İran ne çok sürprizin oldu benim için. Daha sonra cdlere bakarken gene gördüm Küçük Prens’i, bu sefer sesli  versiyonuyla artık abartsa mıydım bilemedim? 


Akşam ışıklandırılmış İmam Meydanı’na gidiyoruz. İslam Devrimi’ne kadar “Şah Meydanı” olarak anılan bu meydan dünyanın en büyük meydanlarından biriymiş. (510mx165m – Moskova’daki Kızıl Meydan’ın iki katı)




1612’de Şah 1.Abbas tarafından, kentin yeniden yapılanmasında odak noktası olması için yaptırılan meydan mükemmel bir kent planlaması sergiliyor.


Günümüzde sular ve çimle süslenmiş olan meydan ilk kurulduğunda törenler ve polo maçları için kullanılıyormuş. Meydanın çevresinde ise İsfahan’ın en gözde yapıları bulunuyor. Her yapıda havuz gördüğüm için buradaki havuzun eskiden beri olduğunu düşünmüştüm ama İlber Hoca’nın Seyahatnamesi’nden aldığım resimde polo alanı açıkça görülüyor.


Diğer yazılarda Meydana ait fotoğraflardan paylaşmıştım bu sefer daha çok cami detaylarını paylaşmak istedim. Nefis mavi çinilerin görkemini tam yansıtamasam da fikir vermesi açısından yararı olacağını düşünüyorum. Bu arada her fotoğrafın altına neresi olduğunu eklemeye de karar verdim. İleride kendim bakarken de karıştırabilirim diye. İran'da camileri dolaşırken mukarnas, eyvan gibi sözcükler hayatıma daha çok girmeye başlıyor. Mukarnas; İslam sanatında mimari yapılarda görülen geometrik bir bezeme çeşidiymiş. Örneği yukarıda. Eyvan ise üç yönden kapalı ve dördüncü yanı açık ya da örtülü bir avluya bakan, üzeri genellikle tonozla örtülü bir mekan demekmiş. İlk olarak Sasaniler döneminde İran'da kullanıldığı sanılıyor. Ve bir sürü örneğini görüyoruz her ikisinin de...  Biraz daha okuyacağım sanırım bu konuda. 

Meydanın etrafında, İmam Camisi’nde birleşen iki katlı yapılar sıralanıyor. Caminin tam karşısında, meydanın kuzey ucunda Şah Kervansaray’ı ve Çarşı, batı ucunda Ali Kapı Sarayı, doğuda ise Şeyh Lütfullah Mescidi yer alıyor.

Devrim öncesi “Şah Camisi” olarak adlandırılan cami İran’ın en önemli yapılarıdan, İslam dünyasının mimari şahaseri. Yapımına Şah 1. Abbas döneminde, 1612’de başlanmış, ancak Şah’ın ölümünden sonra 1683’de tamamlanabilmiş. Meydandaki konumu gereği anıtsal giriş kapısı kuzeye bakmasına karşın caminin kendisi Mekke’ye dönük inşa edilmiş. Yapının tamamı göz alıcı, mavi ve sarı renklerinin her tonunda mozaik ve çini ile kaplanmış. Bu arada İran’da hemen her yerde Humeyni ve dini liderin posterleri asılı. Dev posterler İmam Camisi’ne de asılmıştı.
Caminin başlı başına bir sanat eseri olan 30m yüksekliğindeki anıtsal giriş kapısının her iki yanında 42m yüksekliğinde iki minare bulunuyor. Safevi döneminin en üstün mimari özelliklerini taşıyan kapı çini işçiliğinin, hat sanatının ve rengin kullanılmasındaki ustalığın mükemmel sentezini sergiliyor.
 En  büyüğü olan güneydeki eyvan ise caminin ana iç mekanına giriş sağlıyor. Buradaki kubbe iki katlı. 38m yüksekliğindeki iç kubbe, daha da yüksek (52m) ve görkemli olan dış kubbenin ağırlığını dağıtmak için planlanmış. Aradaki 12mlik boşluk ise mekana mükemmel bir akustik sağlıyor. Dış kubbenin üzerindeki, mavi zemin üzerine altın, sarı ve beyaz çini işlemeciliği bu alanda insanoğlunun yaratabileceği en üstün sanat eserlerinden biri olma niteliğini taşıyor. Caminin doğusunda ve batısında iki adet medrese bulunuyor.

İmam Meydan’ının bu doğu kenarındaki  ufak cami Şah 1.Abbas tarafından 1602-1619 yıllarında Lübnanlı Şeyh Lütfullah için yaptırılmış. Safevi Hükümdarları İran’da Şiiliği resmi din olarak kabul edince birçok Lübnanlı İmamı tarikatının ileri gelenleri İran’a gelmiş. Bunların arasında Şeyh Lütfullah İsfahan’a yerleşmiş, burada çok sevilmiş ve sayılmış. Bunun sonucu olarak ibadet etmesi ve ders vermesi için kendisine bir cami ve okul yaptırılmış.
Ali Kapı, Safevi dönemi hükümet binası. Bol merdivenli ve merdivenlerindeki çinilere bayıldım. Ah bir de en üst kattaki müzik odası bir harikaydı. Nişlerle süslenen duvarların böyle süslenmesinin amacı dekoratif olduğu kadar akustiğinde sağlanmasıymış. Ali Kapı’dan meydana hakim olabiliyorsunuz. Yağmur yağdığı için pek de güzel fotoğraf çekemedim maalesef. İmam Meydanı’ndaki Çarşı’nın üzeri kapalı olduğu için ve döndüğü için yağmur yağdığı halde dükkanlara bakabildik.

Sivas’ta Çifte Minareli Medrese’de Buruciye Medresesi’nde ilk kez kez gördüğüm kubbe yerine düz bir eksenden çıkan iki minareli camileri İran’da muhteşem örnekleriyle sürekli görüyorum. Bunlardan biri Unesco Dünya Mirası listesine alınan, İslam mimarisinin müzesi olarak görülen Cuma Camisi.
11.yyda yapılan ilk camiden sonra her devirde bir şeyler eklenerek gittikçe büyümüş ve bugünkü muhteşem haline ulaşmış.

 İran’da gezdiğimiz büyük camiler genelde tek kubbe altında toplanan büyük yapılar değil. Yani mihrap ille de cemaatin önünde olmayabiliyor. Hocanın namaz kılacağı yer,  zeminden aşağıda sığabileceği ufak bir alanda, bir çeşit ufak mezar gibi yani çok da altta değil ama bir an  bana öyle hissettirdiği için bu şekilde tanımladım.

Eğer alan büyükse yukarıdaki gibi bir boşluktan hocayı dinleyen biri tepeden tüm alana  yayıyor. Camilerin yapısı hakkında biraz daha yetkin olmak hoş olurdu doğrusu.
 Ne çok şey var anlatacak, ileride kendime hatırlatabilmek için her şeyi yazmaya çalışıyorum. Kimi zaman yoruluyorum, kimi zaman unutuyorum bazı şeyleri, yerleri yazmayı. 3-4 yazıda bitiririm dediğim İran günlüğümün 11.ye gelmesi de çok değişik geliyor. Her neyse … Tokmaklar Yezd’de Kashan’da çıktı karşıma tıpkı Kemaliye’de gördüklerim gibi erkek dişi tokmaklar. Geleni haber vermek için.


 İsfahan’da son duraklarımızdan biri Vank Katedrali, Zerdüşti rahiple tanıştıktan sonra gidiyoruz. İran’daki en önemli Ermeni yapısıymış. Çevresinde Ararat isimli dükkanlarla bir bütün. Yapımına 17.yy başlarında başlanmış.


Yapının dışı sade. İçinde Tevrat ve İncil’de yer alan hikayelerin karşılaştırmalı olarak betimlendiği zengin resimlerle süslü. Bu resimler Müslüman Pers sanatı Hıristiyan Avrupa sanatının karma özelliklerini taşıyor. Ancak sanatçıların İsfahanlı Ermeniler mi yoksa o dönemde bölgede yaşayan Avrupalılar mı olduğu bilinmiyor. Resimlerdeki giysiler ve diğer detaylar yapının 17.yy’a ait olduğunu doğruluyor. Gerçekten de Anadolu’da gördüğüm fresklerden o kadar farklılar ki…

Duraklarımızdan biri güvercin kulesi.Alçı ile kaplanmış tuğladan yapılan kulelerin büyüklüğü insanı şaşkınlığa uğratacak boyutta. Dev bir satranç taşını andıran yapıların içinde kat kat güvercin yuvaları bulunuyor. Ancak bu kuleler güvercinlerin beslenmesi ya da üremesi için değilmiş, civardaki kavun tarlalarında kullanılmak üzere güvercin sağlamak için yapılmış.

  
Kulelerde yılanların girmesini engellemek için hiç pencere yok. Sadece yılda bir kere gübreyi toplamak için açılan bir kapısı var. Ama gezdiriyorlar, hala işlevini sürdürüyor mu bilemedim.

 İsfahan’da kentin ortasından geçen Zayende Irmağı’ndaki köprülerden bahsetmeden olmaz sanırım. İlki Sio Se Pol, 33 Kemer Köprüsü.

Kuru toprak üzerinde gibi gözükse de kenardaki kayıklar suyun geleceğinin işareti.

Biraz daha kısa olsa da en önemli özelliği yürürken her arada yukarıdaki mumlar görmeniz. Biraz ilerleyince mumlar yer değiştiriyor. Ama baktığınız açıdan mutlaka bir tane görüyorsunuz. Bu köprünün diğer özelliği de baraj görevi görmesi. Umarım bir gün içime sindire sindire gezebilirim bu romantik şehri. 


4 yorum:

  1. suslemeler bir harika. kucuk prensi ben okumadim desem :/
    yillar once lokum yemistim iran dan gelen. offf asil o turkish delight yafa iranian diye adlandirilmali
    bu arad yediklerinden bahsetmiyorsun

    merakli anne

    YanıtlaSil
  2. Erkek ve disi tokmaklar! cok ilginc bir sey bu...Mumlarda öyle aslinda.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. erkek ve dişi tokmaklar, erkek ve kadınların geldiğini haber veriyor,sesleri farklı... mumlar süper değil mi yürürken biri kaybolup diğeri çıkıyor ortaya

      Sil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...