Ve işte karşılaştığımda içimi
ısıtıveren, yüzüme kocaman bir gülümseme konduruveren o minicik kitap. Varsın
bambaşka bir dil olsun, yüzümdeki ışıl ışıl gülümsemeyle alıverdim kitabı. Ah
İran ne çok sürprizin oldu benim için. Daha sonra cdlere bakarken gene gördüm
Küçük Prens’i, bu sefer sesli versiyonuyla artık abartsa mıydım bilemedim?
Akşam ışıklandırılmış İmam Meydanı’na
gidiyoruz. İslam Devrimi’ne kadar “Şah Meydanı” olarak anılan bu meydan
dünyanın en büyük meydanlarından biriymiş. (510mx165m – Moskova’daki Kızıl
Meydan’ın iki katı)
1612’de Şah 1.Abbas tarafından,
kentin yeniden yapılanmasında odak noktası olması için yaptırılan meydan
mükemmel bir kent planlaması sergiliyor.
Günümüzde sular ve çimle
süslenmiş olan meydan ilk kurulduğunda törenler ve polo maçları için
kullanılıyormuş. Meydanın çevresinde ise İsfahan’ın en gözde yapıları
bulunuyor. Her yapıda havuz gördüğüm için buradaki havuzun eskiden beri
olduğunu düşünmüştüm ama İlber Hoca’nın Seyahatnamesi’nden aldığım resimde polo
alanı açıkça görülüyor.
Diğer yazılarda Meydana ait
fotoğraflardan paylaşmıştım bu sefer daha çok cami detaylarını paylaşmak
istedim. Nefis mavi çinilerin görkemini tam yansıtamasam da fikir vermesi
açısından yararı olacağını düşünüyorum. Bu arada her fotoğrafın altına neresi
olduğunu eklemeye de karar verdim. İleride kendim bakarken de karıştırabilirim
diye. İran'da camileri dolaşırken mukarnas, eyvan gibi sözcükler hayatıma daha çok girmeye başlıyor. Mukarnas; İslam sanatında mimari yapılarda görülen geometrik bir bezeme çeşidiymiş. Örneği yukarıda. Eyvan ise üç yönden kapalı ve dördüncü yanı açık ya da örtülü bir avluya bakan, üzeri genellikle tonozla örtülü bir mekan demekmiş. İlk olarak Sasaniler döneminde İran'da kullanıldığı sanılıyor. Ve bir sürü örneğini görüyoruz her ikisinin de... Biraz daha okuyacağım sanırım bu konuda.
Meydanın etrafında, İmam
Camisi’nde birleşen iki katlı yapılar sıralanıyor. Caminin tam karşısında, meydanın
kuzey ucunda Şah Kervansaray’ı ve Çarşı, batı ucunda Ali Kapı Sarayı, doğuda
ise Şeyh Lütfullah Mescidi yer alıyor.
Devrim öncesi “Şah Camisi” olarak
adlandırılan cami İran’ın en önemli yapılarıdan, İslam dünyasının mimari
şahaseri. Yapımına Şah 1. Abbas döneminde, 1612’de başlanmış, ancak Şah’ın
ölümünden sonra 1683’de tamamlanabilmiş. Meydandaki konumu gereği anıtsal giriş
kapısı kuzeye bakmasına karşın caminin kendisi Mekke’ye dönük inşa edilmiş.
Yapının tamamı göz alıcı, mavi ve sarı renklerinin her tonunda mozaik ve çini
ile kaplanmış. Bu arada İran’da hemen her yerde Humeyni ve dini liderin
posterleri asılı. Dev posterler İmam Camisi’ne de asılmıştı.
Caminin başlı başına bir sanat
eseri olan 30m yüksekliğindeki anıtsal giriş kapısının her iki yanında 42m
yüksekliğinde iki minare bulunuyor. Safevi döneminin en üstün mimari
özelliklerini taşıyan kapı çini işçiliğinin, hat sanatının ve rengin
kullanılmasındaki ustalığın mükemmel sentezini sergiliyor.
En büyüğü olan güneydeki eyvan ise caminin ana
iç mekanına giriş sağlıyor. Buradaki kubbe iki katlı. 38m yüksekliğindeki iç
kubbe, daha da yüksek (52m) ve görkemli olan dış kubbenin ağırlığını dağıtmak
için planlanmış. Aradaki 12mlik boşluk ise mekana mükemmel bir akustik
sağlıyor. Dış kubbenin üzerindeki, mavi zemin üzerine altın, sarı ve beyaz çini
işlemeciliği bu alanda insanoğlunun yaratabileceği en üstün sanat eserlerinden
biri olma niteliğini taşıyor. Caminin doğusunda ve batısında iki adet medrese
bulunuyor.
İmam Meydan’ının bu doğu
kenarındaki ufak cami Şah 1.Abbas tarafından 1602-1619 yıllarında Lübnanlı
Şeyh Lütfullah için yaptırılmış. Safevi Hükümdarları İran’da Şiiliği resmi din
olarak kabul edince birçok Lübnanlı İmamı tarikatının ileri gelenleri İran’a
gelmiş. Bunların arasında Şeyh Lütfullah İsfahan’a yerleşmiş, burada çok
sevilmiş ve sayılmış. Bunun sonucu olarak ibadet etmesi ve ders vermesi için
kendisine bir cami ve okul yaptırılmış.
Ali Kapı, Safevi dönemi hükümet binası. Bol
merdivenli ve merdivenlerindeki çinilere bayıldım. Ah bir de en üst kattaki
müzik odası bir harikaydı. Nişlerle süslenen duvarların böyle süslenmesinin
amacı dekoratif olduğu kadar akustiğinde sağlanmasıymış. Ali Kapı’dan meydana
hakim olabiliyorsunuz. Yağmur yağdığı için pek de güzel fotoğraf çekemedim
maalesef. İmam Meydanı’ndaki Çarşı’nın üzeri kapalı olduğu için ve döndüğü için
yağmur yağdığı halde dükkanlara bakabildik.
Sivas’ta Çifte Minareli Medrese’de
Buruciye Medresesi’nde ilk kez kez gördüğüm kubbe yerine düz bir eksenden çıkan
iki minareli camileri İran’da muhteşem örnekleriyle sürekli görüyorum. Bunlardan
biri Unesco Dünya Mirası listesine alınan, İslam mimarisinin müzesi olarak
görülen Cuma Camisi.
11.yyda yapılan ilk camiden sonra
her devirde bir şeyler eklenerek gittikçe büyümüş ve bugünkü muhteşem haline
ulaşmış.
İran’da gezdiğimiz büyük camiler
genelde tek kubbe altında toplanan büyük yapılar değil. Yani mihrap ille de
cemaatin önünde olmayabiliyor. Hocanın namaz kılacağı yer, zeminden aşağıda sığabileceği ufak bir alanda,
bir çeşit ufak mezar gibi yani çok da altta değil ama bir an bana öyle hissettirdiği için bu şekilde
tanımladım.
Eğer alan büyükse yukarıdaki gibi
bir boşluktan hocayı dinleyen biri tepeden tüm alana yayıyor. Camilerin yapısı hakkında biraz daha
yetkin olmak hoş olurdu doğrusu.
Ne çok şey var anlatacak, ileride
kendime hatırlatabilmek için her şeyi yazmaya çalışıyorum. Kimi zaman
yoruluyorum, kimi zaman unutuyorum bazı şeyleri, yerleri yazmayı. 3-4 yazıda
bitiririm dediğim İran günlüğümün 11.ye gelmesi de çok değişik geliyor. Her
neyse … Tokmaklar Yezd’de Kashan’da çıktı karşıma tıpkı Kemaliye’de gördüklerim
gibi erkek dişi tokmaklar. Geleni haber vermek için.
İsfahan’da son duraklarımızdan
biri Vank Katedrali, Zerdüşti rahiple tanıştıktan sonra gidiyoruz. İran’daki en
önemli Ermeni yapısıymış. Çevresinde Ararat isimli dükkanlarla bir bütün. Yapımına
17.yy başlarında başlanmış.
Yapının dışı sade. İçinde Tevrat ve
İncil’de yer alan hikayelerin karşılaştırmalı olarak betimlendiği zengin
resimlerle süslü. Bu resimler Müslüman Pers sanatı Hıristiyan Avrupa sanatının
karma özelliklerini taşıyor. Ancak sanatçıların İsfahanlı Ermeniler mi yoksa o
dönemde bölgede yaşayan Avrupalılar mı olduğu bilinmiyor. Resimlerdeki giysiler
ve diğer detaylar yapının 17.yy’a ait olduğunu doğruluyor. Gerçekten de Anadolu’da
gördüğüm fresklerden o kadar farklılar ki…
Duraklarımızdan biri güvercin kulesi.Alçı
ile kaplanmış tuğladan yapılan kulelerin büyüklüğü insanı şaşkınlığa uğratacak
boyutta. Dev bir satranç taşını andıran yapıların içinde kat kat güvercin
yuvaları bulunuyor. Ancak bu kuleler güvercinlerin beslenmesi ya da üremesi
için değilmiş, civardaki kavun tarlalarında kullanılmak üzere güvercin sağlamak
için yapılmış.
Kulelerde yılanların girmesini
engellemek için hiç pencere yok. Sadece yılda bir kere gübreyi toplamak için
açılan bir kapısı var. Ama gezdiriyorlar, hala işlevini sürdürüyor mu
bilemedim.
İsfahan’da kentin ortasından
geçen Zayende Irmağı’ndaki köprülerden bahsetmeden olmaz sanırım. İlki Sio Se
Pol, 33 Kemer Köprüsü.
Kuru toprak üzerinde gibi gözükse
de kenardaki kayıklar suyun geleceğinin işareti.
Biraz daha kısa olsa da en önemli
özelliği yürürken her arada yukarıdaki mumlar görmeniz. Biraz ilerleyince
mumlar yer değiştiriyor. Ama baktığınız açıdan mutlaka bir tane görüyorsunuz.
Bu köprünün diğer özelliği de baraj görevi görmesi. Umarım bir gün içime
sindire sindire gezebilirim bu romantik şehri.
suslemeler bir harika. kucuk prensi ben okumadim desem :/
YanıtlaSilyillar once lokum yemistim iran dan gelen. offf asil o turkish delight yafa iranian diye adlandirilmali
bu arad yediklerinden bahsetmiyorsun
merakli anne
))) evet son yazı ona ait ))
SilErkek ve disi tokmaklar! cok ilginc bir sey bu...Mumlarda öyle aslinda.
YanıtlaSilerkek ve dişi tokmaklar, erkek ve kadınların geldiğini haber veriyor,sesleri farklı... mumlar süper değil mi yürürken biri kaybolup diğeri çıkıyor ortaya
Sil