Çok gezen mi çok okuyan mı bilir
sorularının cevabı belli artık; gezerken çok okuyan! Doğup büyüdüğümüz
topraklara ya da dünyaya dair sorular gidebildiğimiz coğrafyalarda değişiyor ya
da çoğalıyor kimi zaman. Yolun getirdiği düşünceler, kitapları okurken fark etmediklerimizi de
zihnimize taşıdığında olanlar oluyor. Bu yüzden kimi kitapları erken okuduğumu
düşünüyorum. Mesela Amin Maaoluf’un hemen hemen tüm kitaplarını okumuşken
birden baştan okumaya karar veriyorum. Çünkü eskiden Hıristiyan olması ya da
göçmen olması ya da Ortadoğu’ya dair yazıyor olması bu kadar önemli değildi
benim için. Dinler tarihindeki hakimiyetini fark edecek kadar bilgili ve ilgili
değildim bu konuda. Şimdilerde yazarın sorularının ve konularının güncelliği
büyülüyor beni. Hal böyleyken kabul konuşmasında neler söylediğini merak edip
alıveriyorum bu incecik kitabı…
“Çünkü Batı dünyasının atılım
yapmasını sağlayan şey egzotik bölgelerin ve oralarda yaşayan halkların açgözlü
biçimde sömürülmesidir.” Sh16
““(Onların) devletleri”,
diyorsunuz, “Türkiye, dilleri Arapça, eyaletleri Suriye, yurtları da Lübnan
Dağı’ydı. (…) Bundan yaklaşık yüzyıl önce Lübnan Hıristiyanları kendilerine
Suriyeli demekte bir sakınca görmüyor, Suriyeliler kendilerine Mekkeli bir kral
arıyor, Kutsal Topraklar’da yaşayan Yahudiler kendilerine Filistinli diyorlardı…
ve Butos, dedem, kendini Osmanlı yurttaşı olarak görmek istiyordu. O dönemde,
bugünkü Ortadoğu devletlerinin hiçbiri ortada olmadığı gibi, bölgenin de adı
henüz konmamıştı.” Sh 36
Akademi Üyesi Saygıdeğer Hanımefendiler, Beyefendiler,
İnsan sizinki gibi bir aileye kabul edilme ayrıcalığına eriştiğinde,
eli boş gelemez. Hele benim gibi Levanten bir konuk olduğunda, eli kolu dolu
gelir. Gerek Fransa’ya, gerek Lübnan’a karşı duyduğum minnetle, iki yurdumun
bana verdiği her şeyi de yanımda getireceğim: Kökenlerimi, dillerimi, aksanımı,
inançlarımı, kuşkularımı ve her şeyden çok uyum, ilerleme ve bir arada yaşama
düşlerimi.
Bu düşler bugün suya düşmüş görünüyor. Övünç duyduğum kültür evrenleri
arasında bir duvar yükseliyor Akdeniz’de. Benim istediğim bir yakadan ötekine
geçmek için bu duvarı aşmak değil. Bu –Avrupalılar ile Afrikalılar, Batı ile
Müslüman alemi, Yahudiler ile Araplar arasındaki- tiksinti duvarını çökermek,
yerle bir etmeye katkı sağlamak istiyorum ben. Yaşama nedenim, yazma nedenim
her zaman bu oldu….
1635 yılında Kardinal Richelieu
tarafından kurulan ve Fransa’nın en köklü kültür kurumlarının başında gelen
Fransız Akademisi 40 koltuğa sahiptir ve yaşam boyu seçilen 40 üyeden oluşur.
Ancak bir üye öldüğünde yerine yenisi seçilebilir. Bu kuraldan dolayı Akademi
üyeleri “ölümsüz” (“immortel”) olarak adlandırılır.
Amin Maalouf 2011 yılında, 29. koltuk
sahibi Claude Levi-Strauss’un yerine Fransız Akademisi’ne seçildi. Gelenek
gereği yerine seçilen üye, koltuğunu devam ettirdiği eski üyeye dair bir anma
konuşması, bir başka üye de seçilen üyeyi takdim konuşması yapmak zorundaydı.
Amin Maalouf Claude Levi-Strauss’tan, Jean-Christophe Rufin de Amin Maalouf’tan
bahsetti. Böylelikle antropoloji, tarih, Doğu-Batı etkileşimi, Fransız kültürü
gibi, pek çok konu Fransız Akademisi’nin “Kubbe”sinde yankılandı.
Dünyaca ünlü bir yazar : Maalouf,
Dünyaca ünlü bir antropolog:
Levi-Strauss.
Kısacası bir taşla iki kuş…
Amin Maalouf romanlarını çok severim.İlk cümlenize aynen katılıyorum. Ve aynı şekilde yeni yerler gördükçe okuduğum kitapları bir kez daha okuma gereği duyuyorum. Paylaşım için teşekkürler.
YanıtlaSilben de yorum için teşekkür ederim
Sil