Adını her gördüğümde yüzüme
oturan gülümsemeyle okumalıyım diyordum. İtiraf ediyorum, tembelliğe methiye
olduğunu düşünüp, almayı erteledim. Ta ki bir rafta görünceye kadar, evet
istediğim yayınevinden değildi, gene de ısrarı karşısında dayanamayıp aldım.
İyi ki de almışım. İlk sayfalardan itibaren bambaşka bir konuyla karşılaştım…
Yaşadığımız bir düzen var, ülkede
ve dünyada. Çoğu zaman bu düzenin hep böyle olduğu gibi bir fikre sahip
olduğumu dinler tarihi okurken fark etmiştim. Dinlerin kurumsallaşma süreci
şaşırtmıştı beni demeliyim belki de. Haçlı seferleri bal gibi de kurumsallaşmış
dinin kullanılmasıydı işte…
Tembellik Hakkı, 1848 yılında
yazılan Çalışma Hakkı’na cevaben yazılmış, 1880lerde yayınlanmış. Değişen
dengeler karşısında, papazlar, burjuvazi ve soylular arasındaki ilişkileri
anlatan giriş kısmıyla alıverdi beni içine. Soylular karşısında özgürlüklerini
elde eden halk üretime katılarak nefes almadan çalıştırılmaya, çalışmaya
başlar. Amaç üretim, üretim, üretimdir. Gün gelir üretilen mallara tüketici
bulunamaz. İşçiler, ürettiklerini almıyorlardır. Soylular ve diğerlerinin de
tüketme çılgınlığı yetmiyordur. Hal böyle olunca sömürgelere kayar iş. Savaşlar
başlar. Yeni pazarlar için savaşlar devam eder.
Nefes almadan çalıştırmayla
üretilen çok fazla malın elde kalması, yeterli pazarın olmaması krizlerinden
sonra aynı işi daha az saatte yaptırmaya karar vermişler. Saatlerin azaltılma
nedeninin bu olmasına güleyim mi ağlayayım mı bilemedim desem. İnsanlara
tatiller vererek tüketime girmelerine yardımcı olmak da denebilir belki buna.
19.yy sonunda yazılan bir kitapta anlatılan olaylar kimimize belki de Cesur Yeni
Dünya’yı hatırlatır ya da başkalarını ya da en acısı günümüzü. Sürekli
çalıştırarak kalan zamanlardaysa hiç durmadan tüketerek düşünme de engellenmiş
olmuyor mu? Bir yüzyıl önce yazılmış bir kitabın güncelliği, olayların gelişimi
tüylerimi ürpertiyor benim. Çalışma ve tembellik olarak nitelediği eyleme
yüklediği anlamlar… Minicik bir kitap, sanayi devrimine dair çok şeyi oturttu
aklımda. Mutlaka okuyun derim…
Arka Kapak
Paul Lafargue, ne çalışmanın
yadsınması ne de kendi içinde boş zamanın kutsanması olarak kaleme aldığı
Tembellik Hakkı’nda, yaşamın bir tür kutsanmasını gerçekleştiriyor. Sadece “sermaye
dinini” ifşa etmekle kalmıyor, teker teker bireylerin üzerinde karar kıldıkları
bir toplumsal değer olarak çalışmaya dayalı tüm toplumsal değerlerin
geçersizliğini savunuyor. Aynı zamanda hem gülünç, hem ciddi, hem esprili hem
de derinlikli bir metin olarak 19 y.y.’ın klasikleri arasındaki yerini almış
Tembellik Hakkı, sekiz saatlik iş günü ve cinsiyet ayrımcılığı olmadan eşit işe
eşit ücret gibi taleplerin de sistematik bir biçimde ilk defa dile getirmiş
olmasıyla önem kazanıyor.
“Ah tembellik! Merhamet et bizim
bu bitmek bilmeyen sefaletimize! Ah tembellik! Sanatın, soylu erdemlerin anası,
insanoğlunun sıkıntılarına bir teselli ol”
merhabalar Mine hanim:))
YanıtlaSilMerhaba, günlüklerimizi ziyaret edemiyoruz ne zamandır iyi ki facebook var...
SilOkuycam beybi.
YanıtlaSilçalışma tarihi ...
Sil