13 Ağustos 2016 Cumartesi

Havva'nın Üç Kızı - Elif Şafak


Konuyu ve kitap adını duyduğumda tamam dedim, İstanbul’da üç kadındır mutlaka, karakterler malum. Bu konular, o kadar çok konuşuldu, tartışıldı hatta bir güzel kullanıldı ki, önüne gelen gerekli gereksiz evirip çevirmeye başlamıştı artık bıktıran tekrarlarla. Tekrar okumanın bir anlamı yoktu. Hem bir soğukluk vardı işte yazarla aramda, artık eski zevki alamıyordum. Kesin okumayacaktım.

Sonra kadın karakterlerin farklı ülkelerden olduğunu öğrendim, İran, Mısır, Türkiye. Üstelik olay İngiltere’de geçiyordu. Üçü de Müslüman ülkeden, nasıl ele almış olabilirdi kadınları? İster istemez algıma giriverdi işte. Sonra iki farklı kitap kapağına baktım. Okusaydım üst üste dizilmiş olanı seçerdim diye geçti aklımdan. Hepimiz birdik işte, kadındık. Var mıydı farkımız birbirimizden? Öyle de oldu o kapağı seçtim. Kapakla ilgili dikkatimden kaçmış bir konu ele alınmıştı, ilk sayfalarda; “Kolaj tekniğiyle hazırlanan kapakta üç yüzün mükemmel bir bütünlük içinde olmaması, hikayenin kahramanı üç kadın arasında var olan gerilimin görsel anlatımı…”

“Bu romanı sokakta, okulda, işyerinde, evde şiddete ve tacize ve ayrımcılığa maruz kalan; haklarında bol bol atılıp tutulan ama aslında eşitlikleri bile sorgulanan; ne yazık ki bir türlü “kız kardeşlik” ekseninde buluşamayan; Türkiye’nin dirençli, cesur, sevgi dolu, her kesimden kadınlarına ithaf ediyorum…” diyordu Elif Şafak girişte.

Sadece anlamaya çalışıyorum, akademik kariyerine bayıldığım, ilk romanlarını çok sevdiğim yazarı ve olanları… Evet olanları! Bir sürü konu var tartışılan, suçlanan, onlardan sıyrılarak sadece kitaba yazılanlara odaklanmak istedim. Ah unutmadan sisler içindeki bebek benzerini dinler tarihiyle ilgili okuduğum bir romandan hatırladım. Gene mi aynı diyorum gülerek.  Benzer konular belki farklı bakış açılarıyla tekrar işlenmemeli ya da reklam amaçlı kullanılmalı mı? Bunlar yapılacaksa kitaplar için yapılsın diyorum hep, keşke her kitabı ya da yazarı bu kadar didikleyebilsek, okuduktan sonra tartışabilsek hakkında… Burada anahtar okuduktan sonra benim için! Çok sıkıldım her şeye atlayan, okumadan yorum yapan ve her şeyi bildiğini sananlardan…  Aklımda çok soru var, düşünürken yoran…

Romanın başında İstanbul’daki o karmaşa halini, olan biteni çok güzel özetlemiş diye düşündüm. Son zamanlarda bayıldığım o büyük mavi şehre gittiğimde huzurla huzursuzluk arası gidip geliyorum. Ya da eskisi kadar mutlu etmiyor bu şehir beni… Neyse…

Kafası karışık bir kadının “burjuvazinin son akşam yemeği” fonunda geçmişe gidiş gelişleriyle anlatılıyor konu. Bu kadının adı Nazperi Nalbantoğlu. Ailesi birbiriyle zıt karakterlerden oluşan, doksanlarda hatta seksenlerdeki tipik ailelerden… Peri, sevgisiz bir ortamda, dramlar arasında büyümüş, sessiz kalıp anne babasının arasını düzeltmeye, iyileştirmeye çalışmış. Çocukken yaptığı İslami noel ağacı ta o zamanlardan başlayan travmaların başlangıçlarından olmalı  diyorum bekleyen sürprizlerden habersiz… Annesinin temizlik takıntısı yakın zamanda okuduğum Lupita’yı hatırlatıyor, gülümsüyorum.

Peri kendini birgün “Tanrı” isimli bir derste buluyor, Oxford’da. Farklı dinlerden, farklı görüşlerde 11 öğrencinin katıldığı bir ders. Çember şeklinde oturup tartışmalarını istiyor Prof Azur. Çemberde herkes merkeze aynı mesafede çünkü… Sonrası aşk, arkadaşlık, karşılıklı tartışma… Bu arada Şirin ve Mona’yla aynı eve çıkıyor. Üç farklı karakter… Deliler gibi kavga eden iki uç karakter arasında buluyor kendini, anne babası misali arada kalmayı tercih ediyor, sessiz kalıyor, edilgen…

Herşey bir yana kitapta beni en çok etkileyen Azur’un zıt görüşlü karakterleri “karşılıklı tartışma”ya doğru itmesi. Tam olarak bugünlerde canımı sıkan bir konu zıt fikirlerin karşılıklı tartışabilmesi ya da bir türlü tartışamaması ya da tartışacak kadar yetkin olmaması ya da birbirini reddetmesi, düşmana çevirmesi. Nefret dolu konuşmalar, kavgalar, bağırıp çağırmalar, öldürmeler… Bildik insan tiplemeleri ötesi, zıt tarafları tartıştırmaya çalışmış olması etkiledi beni. Türkiye’de yapabilsek bunu, hani iki zıt karakteri belli bir süre aynı ortamda yalnız bıraksak, kendimiz de dahil… Herkes en doğrusunu bildiğini iddia ederken, sevgiden bahsedip yok etmeye odaklanırken nasıl olacak tüm bunlar bir bilsem… Yeni bir dil mi? Havva’nın Üç Kızı benim son zamanlardaki düşüncelerime tercüman oldu bir bakıma… İyi ki önyargımı kırıp okumuşum dedim kendi kendime…

“İnsan bir konuda ne kadar az bilgili olursa o kadar çok duygusal olur” Sh260

“Entelektüel bir tartışmaya girmek aşık olmak gibidir. Öyle ki bittiğinde değişirsiniz, başka bir insan olursunuz. Karşınızdaki kişi de değişir tabii. Eğer fikrinizi gözden geçirmeye hazır değilseniz, kimseyle hiçbir konuda tartışmaya girmeyin. Sadece değişime açık insanlar gerçek anlamıyla münazara edebilir. Yoksa egolarımız zihnimizi kapatır. İllaki haklı olma arzusuyla konuşanlar asla diyalog kuramazlar. Geçmişte söylediğim buydu, şimdi de aynısını söylüyorum.” Sh211

“Ama düşünsene, bu adam nefret diliyle konuşuyor. Sen o dilden cevap verirsen onu güçlendirirsin. Nefretin üstüne çıkan yeni bir üslup bulabilirsen şayet, özgürleşirsin. Hakarete hakaretle değil, idrak ve bilgelikle yanıt vermeliyiz.” SH 410

“Peri’nin yüreği sızladı. Son tahlilde buydu işte Azur’un başarmak istediği. Aralarındaki tüm farklılıklara rağmen ruhdaş olmaları! Şirin, Mona ve Peri. Dinsiz, inançlı ve mütereddit. Ortadoğu kültürlerinden çıkan ve birbirini anlayamayan küskün kardeşler.Havva’nın üç kızı.”Sh 381

“İnsan hangi noktada suça ortak olurdu acaba?Aktif şekilde içinde rol aldığında mı, yoksa pasifçe bilmezden geldiğinde mi?” Sh376

“Bazen edilgen kalmak, hiçbir şey yapmamak, hata işlemekten bile daha vahimdi. Ezeli pasifliğinin, sevdiği adamın mahvına neden olacağını düşünemedi…”Sh401

Arka Kapak

“Ben ne annem gibi dindarım, ne babam gibi kainatın, beş duyumla kavradığım şeylerden ibaret olduğuna kaniyim. Öyleyse ben neredeyim? Ne mutlak dindarlığa, ne de mutlak akılcılığa dahil olmak isteyenler için bir başla yaklaşım, yeni bir varoluş şekli yok mu acaba? Bir üçüncü yol mesela? Kim bilir?

Şirin, Mona ve Peri… Günahkar, İnanan ve Şaşkın.

Münkir, Mümin ve Mütereddit… Böylesine farklı üç genç kadın nasıl bir araya gelebilir? Arkadaş olabilirler mi sahi? Hatta kız kardeş?

Tanrı, bilim, kimlik, aidiyet, Doğu-Batı tarışmalarının tam ortasında hiç kimselere benzemeyen, karizmatik bir adam, sarsıcı bir skandal ve sıra dışı bir aşk…
yarım kalan… seneler sonra yeniden canlanan…
Elif Şafak büyüleyici dili ve sağlam olay örgüsüyle inanca, inançsızlığa, arayışa, farklı kadınlara ve aşka dair baş döndürücü bir yolculuğa çıkarıyor bizleri.

Havva’nın Üç Kızı Türkiye ile Avrupa, dün ve bugün arasında gidip gelen güncel hikaye anlatıyor.

Yüzyılımızın en çok tartışılacak konularından birini kışkırtıcı kahramanlar aracılığıyla ele alan, temposu hiç düşmeyen, kolay kolay unutamayacağınız bir roman.”

2 yorum:

  1. Ben de beğendim.
    Lakin görseldeki Düğümlere Üfleyen Kadınlar ı nasıl zorlayarak okuduğum hala dün gibi aklımda.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. değişik sürükleyiciydi bazı yerleri uzundu belki ondan zorlamış olabilir sevgiler

      Sil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...