Bir süredir “basit”e daha fazla
kafa yormaya hayatımı ona göre düzenlemeye çalışıyorum. En çok sözcüklerimde
ortaya çıkıyor bu durum. Sözcüklerini yıllardan beri severek okuduğum Amin
Maalouf’uysa yeni yeni anlamaya başlıyorum. “Basitin derinliğini” nasıl da
güzel ifade edebildiğini görmek hoşuma gidiyor. Hele de dinler tarihiyle
ilgilenen biriyseniz benim gibi, bu durum çok kıymetli.
Işık Bahçeleri, bir yandan Mani’nin
hayatını anlatırken bir yandan da dönemin coğrafyası hakkında bilgi veriyor.
Başka bir deyişle farkındalıklarıma da yeni bir boyut kazandırdı diyebilirim.
İran’a gittiğimde daha çok Zerdüşlükle ilgilenmiştim. Mani’nin adı geçse de
ateşe tapanlar ön plandaydı. Öte yandan Zerdüştlük her ne kadar ateşe tapanlar
olarak öne çıksa da birçok kaynakta “Ahura Mazda” inancıyla ilk tek tanrılı din
olarak geçiyor. Ayna, güneş, ışık kullanımıyla bölgedeki hatta Anadolu’daki etkisi
hala sürüyor diyebiliriz belki de.
İsa’nın doğumundan iki yüzyıl
sonraysa Mani adında bir adam ortaya çıkıyor. Hıristiyanlık, kitaptaki ifadeyle
Nasranillik henüz günümüzdeki kadar yayılmamış. Hatta bölgede Zerdüşlüğün
altında eziliyor. Anlatılandan çıkardığımsa Sasani Sultanı Şahpur Mani’yi
dinlese belki de bugün Hıristiyanlık yerine Mani’nin sözleri dünyaya hakim
olacaktı. Olabilir miydi bilinmez.
Nasranilik yani Hıristiyanlık
mazlumdan, acı çekenden yana olmasıyla döneminde çok insanı kendine çekmiş.
Bölgede hakim olan önce Persler sonrasındaysa Sasaniler karşısında pek şansı
yok görünüyormuş ilk başlarda. Roma’ya ulaştığı söylenemez. Her ne kadar kitap
sayfaları arasında Hıristiyanlığı ilk kabul eden Roma İmparatoru ile ilgili bir
sürprizle karşılaşsak da, böylesine yaygın değilmiş o dönem. Bir dinin ortaya
çıkmasından sonra kurumsallaşma hatta iktidarı ele geçirme sürecini ilk fark
ettiğimde çok şaşırmıştım. İmparatorların, sultanların dini, güç elde etmede
nasıl kullandıklarını öğrendiğimde de. Yani bölgeye hakim Perslerden sonra gelen
ikinci Sasani Sultanı Şahpur, Mani’ye Zerdüşt müneccimlerin, tahtını tehdit
eden hallerine “karşı güç” olarak yaklaşmış. Mani’nin öğretilerine saygı duysa
da, onu dinleyerek uzunca bir süre savaştan uzak kalıp bölgedeki gücüne güç
katsa da sonunda savaş çığlıklarına yenilmiş. Bu da sonun başlangıcı olmuş. Mani’yse
inandığı değerlerden hayatının sonuna kadar ödün vermemiş, savaşı asla
desteklememiş olarak geçiyor tarihe. Tam olarak hoşgörü üstüne kurulmuş inancı.
İnsan bir yandan o dönem Sasani Sultanı Şahpur Mani’yi dinleyip Roma’ya savaş
açmasaydı, Roma, içerisindeki bölünmeden sıyrılıp tek bir kuvvet olmasaydı yani
Sasanilere yenilseydi Hıristiyanlık yerine Mani’nin hoşgörü dini mi yayılırdı
acaba diye sormadan edemiyor. Ya da Zerdüşt müneccimler savaş tamtamları ve
iktidar hırsıyla sultanı böylesine tehdit etmeselerdi Mani ortaya çıkabilir
miydi? Ya da belki de Sasanilere karşı gelmek amaçlı Hıristiyanlığı kabul eden
Roma İmparatorları olabilir miydi yukarıda söylediklerim olsaydı. Belki de
bugün Hıristiyanlık yerine Mani’nin dini dünya üzerinde hakim olacaktı. ? Ya da
Mani, tüm dünyaya hakim olsaydı bugün hala savaşmama öğretisine sadık
kalınabilir miydi? Kurumsallaşacak bir din iktidarların ellerinde oyuncak olur
muydu ya da? Bu sorular uzar gider. Tarih, yazanların elinde şekilleniyor
sadece, bize de aklımızda bir yığın soruyla olasılıklar üzerinde düşünmek kalıyor.
“Dicle’nin kıyılarında haşa bir
yığın tanrı vardır. Kimi tufandan ve ilk İncillerden doğmuş, öbürlerini
fatihler ya da tacirler getirmiştir.” Sh10
Okurken yukarıdaki gibi cümlelere
rastladığınızda Hititlerin de bin tanrılı ülke olarak geçtiği aklınıza
gelebiliyor. Fethettikleri ülkelerin tanrılarına da tapmaya başladıklarını
hatırlıyorsunuz. Mani, egemen oldukları ülkelerdeki inançların özgürce
yaşanmasını istiyor. Bu durum o ülkeye hakim olanların ekonomik güçleriyle de
sağlanıyor. Yani güçlüyse buna izin verebilir ama gücü azaldıysa bir sürü
başkaldırıyla uğraşmak zorunda kalınabilir. Bu yüzdendir belki de iktidarların
tek ses olmaya çalışması. İşte gayet basit okunan, basit bir anlatımı olan bir
romanın ben de uyandırdıkları anlatmakla biteceğe benzemiyor.
Arapların Gözünden Haçlı
Seferleri, Amin Maalouf’un okuduğum ilk kitabı olmasa da bilgisine, ifadesine,
hakimiyetine hayran olduğum kitabıydı diyebilirim. Doğudan Uzakta, benim için çelişkiler
yumağı bir konuyu işleyişine bayıldığım diğer kitabıydı. Işık Bahçeleri’yse
hızını azaltan dinler tarihi okumalarıma ivme kazandıracak diyebilirim.
“Bütün inançlara saygım var ve
herkesin gözünde suçum budur. Hıristiyanlar Nasıralı için söylediğim iyi
şeyleri duymazdan geliyor, Yahudileri ya da Zerdüşt’ü kötülemiyorum diye
kızıyor. Müneccimler peygamberlerini överken kulak tıkıyor, İsa’yı ve Buda’yı
lanetlediğimi duymak istiyor. Çünkü cemaatlerini sevginin değil nefretin
etrafında topluyor, müminler de ancak kendilerinden olmayanlara karşı çıkmak
için birbirlerine kenetleniyorlar. Onlar yasaklar da kardeş, başkalarını aforoz
ederken kardeş. Bana gelince; herkes dost olmak şöyle dursun, yakında herkes bana
düşman kesilecek. Suçum onları barıştırmayı istemek. Bedelini ödeyeceğim. Çünkü
birleşip beni lanetleyecekler. Ne var ki insanlar törenlerden de, efsanelerden
de, beddualardan da sıkıldıklarında, bir vakitler, büyük Şahpur’un zamanında
bir faninin dünyayı titreten çığlığını hatırlayacaklar.”Sh.139
Arka Kapak
Çağdaşımız Mani… Hoşgörü
peygamberi Mani…
Amin Maalouf diğer romanlarında
olduğu gibi yine bir karakterin yaşamı üzerinden dünyaya açılarak yapıtını
kuruyor. Mani’nin inancı ve öyküsü Hıristiyanlık şafağında, İsa’nın ölümünden
iki yüzyıl sonra başlar. Bizim çağımızın da kahramanı olabilecek Mani, yaşam
öyküsüyle, son nefesine kadar savunduğu inancının oluşturduğu kişisel
tarihiyle, o dönemden yani II. yüzyıldan beri yani hala varolan politik
sorunlara da işaret etmiş oluyor.
Mani’den bugüne, “sanat ve coşku
kaynağı olan kitaplarından, bağışlayıcı dininden, coşkulu arayışlarından,
insan, doğa ve tanrısallık arasında uyum isteyen çağrısından geriye” çok az şey
kalmış olsa da; bağnazlık ve iktidar hırsı yapıtını yok etmeye çalışsa da Amin
Maalouf onun Aydınlıklar’a açılan inancını ele alıyor ve Mani’nin öyküsüyle
bugüne “ışık” tutuyor:
Çağın getirdiği felaketleri
öngörmeyi nasıl öğrenebiliriz?
kitap önerisi yapan birçok blog var ama buradaki fotoğraflar,alt yazılar gerçekten çok heveslendirici
YanıtlaSilçok beğendim valla ellere yüreğe sağlık
sevgiler
çok teşekkür ederim mutluluk sağlık bol kitapla geçen bir yıl olması dileklerimle.
Sil