30 Aralık 2015 Çarşamba

Işık Bahçeleri - Amin Maalouf



Bir süredir “basit”e daha fazla kafa yormaya hayatımı ona göre düzenlemeye çalışıyorum. En çok sözcüklerimde ortaya çıkıyor bu durum. Sözcüklerini yıllardan beri severek okuduğum Amin Maalouf’uysa yeni yeni anlamaya başlıyorum. “Basitin derinliğini” nasıl da güzel ifade edebildiğini görmek hoşuma gidiyor. Hele de dinler tarihiyle ilgilenen biriyseniz benim gibi, bu durum çok kıymetli.

Işık Bahçeleri, bir yandan Mani’nin hayatını anlatırken bir yandan da dönemin coğrafyası hakkında bilgi veriyor. Başka bir deyişle farkındalıklarıma da yeni bir boyut kazandırdı diyebilirim. İran’a gittiğimde daha çok Zerdüşlükle ilgilenmiştim. Mani’nin adı geçse de ateşe tapanlar ön plandaydı. Öte yandan Zerdüştlük her ne kadar ateşe tapanlar olarak öne çıksa da birçok kaynakta “Ahura Mazda” inancıyla ilk tek tanrılı din olarak geçiyor. Ayna, güneş, ışık kullanımıyla bölgedeki hatta Anadolu’daki etkisi hala sürüyor diyebiliriz belki de.

İsa’nın doğumundan iki yüzyıl sonraysa Mani adında bir adam ortaya çıkıyor. Hıristiyanlık, kitaptaki ifadeyle Nasranillik henüz günümüzdeki kadar yayılmamış. Hatta bölgede Zerdüşlüğün altında eziliyor. Anlatılandan çıkardığımsa Sasani Sultanı Şahpur Mani’yi dinlese belki de bugün Hıristiyanlık yerine Mani’nin sözleri dünyaya hakim olacaktı. Olabilir miydi bilinmez.

Nasranilik yani Hıristiyanlık mazlumdan, acı çekenden yana olmasıyla döneminde çok insanı kendine çekmiş. Bölgede hakim olan önce Persler sonrasındaysa Sasaniler karşısında pek şansı yok görünüyormuş ilk başlarda. Roma’ya ulaştığı söylenemez. Her ne kadar kitap sayfaları arasında Hıristiyanlığı ilk kabul eden Roma İmparatoru ile ilgili bir sürprizle karşılaşsak da, böylesine yaygın değilmiş o dönem. Bir dinin ortaya çıkmasından sonra kurumsallaşma hatta iktidarı ele geçirme sürecini ilk fark ettiğimde çok şaşırmıştım. İmparatorların, sultanların dini, güç elde etmede nasıl kullandıklarını öğrendiğimde de. Yani bölgeye hakim Perslerden sonra gelen ikinci Sasani Sultanı Şahpur, Mani’ye Zerdüşt müneccimlerin, tahtını tehdit eden hallerine “karşı güç” olarak yaklaşmış. Mani’nin öğretilerine saygı duysa da, onu dinleyerek uzunca bir süre savaştan uzak kalıp bölgedeki gücüne güç katsa da sonunda savaş çığlıklarına yenilmiş. Bu da sonun başlangıcı olmuş. Mani’yse inandığı değerlerden hayatının sonuna kadar ödün vermemiş, savaşı asla desteklememiş olarak geçiyor tarihe. Tam olarak hoşgörü üstüne kurulmuş inancı. İnsan bir yandan o dönem Sasani Sultanı Şahpur Mani’yi dinleyip Roma’ya savaş açmasaydı, Roma, içerisindeki bölünmeden sıyrılıp tek bir kuvvet olmasaydı yani Sasanilere yenilseydi Hıristiyanlık yerine Mani’nin hoşgörü dini mi yayılırdı acaba diye sormadan edemiyor. Ya da Zerdüşt müneccimler savaş tamtamları ve iktidar hırsıyla sultanı böylesine tehdit etmeselerdi Mani ortaya çıkabilir miydi? Ya da belki de Sasanilere karşı gelmek amaçlı Hıristiyanlığı kabul eden Roma İmparatorları olabilir miydi yukarıda söylediklerim olsaydı. Belki de bugün Hıristiyanlık yerine Mani’nin dini dünya üzerinde hakim olacaktı. ? Ya da Mani, tüm dünyaya hakim olsaydı bugün hala savaşmama öğretisine sadık kalınabilir miydi? Kurumsallaşacak bir din iktidarların ellerinde oyuncak olur muydu ya da? Bu sorular uzar gider. Tarih, yazanların elinde şekilleniyor sadece, bize de aklımızda bir yığın soruyla olasılıklar üzerinde düşünmek kalıyor.

“Dicle’nin kıyılarında haşa bir yığın tanrı vardır. Kimi tufandan ve ilk İncillerden doğmuş, öbürlerini fatihler ya da tacirler getirmiştir.” Sh10

Okurken yukarıdaki gibi cümlelere rastladığınızda Hititlerin de bin tanrılı ülke olarak geçtiği aklınıza gelebiliyor. Fethettikleri ülkelerin tanrılarına da tapmaya başladıklarını hatırlıyorsunuz. Mani, egemen oldukları ülkelerdeki inançların özgürce yaşanmasını istiyor. Bu durum o ülkeye hakim olanların ekonomik güçleriyle de sağlanıyor. Yani güçlüyse buna izin verebilir ama gücü azaldıysa bir sürü başkaldırıyla uğraşmak zorunda kalınabilir. Bu yüzdendir belki de iktidarların tek ses olmaya çalışması. İşte gayet basit okunan, basit bir anlatımı olan bir romanın ben de uyandırdıkları anlatmakla biteceğe benzemiyor.

Arapların Gözünden Haçlı Seferleri, Amin Maalouf’un okuduğum ilk kitabı olmasa da bilgisine, ifadesine, hakimiyetine hayran olduğum kitabıydı diyebilirim. Doğudan Uzakta, benim için çelişkiler yumağı bir konuyu işleyişine bayıldığım diğer kitabıydı. Işık Bahçeleri’yse hızını azaltan dinler tarihi okumalarıma ivme kazandıracak diyebilirim.

“Bütün inançlara saygım var ve herkesin gözünde suçum budur. Hıristiyanlar Nasıralı için söylediğim iyi şeyleri duymazdan geliyor, Yahudileri ya da Zerdüşt’ü kötülemiyorum diye kızıyor. Müneccimler peygamberlerini överken kulak tıkıyor, İsa’yı ve Buda’yı lanetlediğimi duymak istiyor. Çünkü cemaatlerini sevginin değil nefretin etrafında topluyor, müminler de ancak kendilerinden olmayanlara karşı çıkmak için birbirlerine kenetleniyorlar. Onlar yasaklar da kardeş, başkalarını aforoz ederken kardeş. Bana gelince; herkes dost olmak şöyle dursun, yakında herkes bana düşman kesilecek. Suçum onları barıştırmayı istemek. Bedelini ödeyeceğim. Çünkü birleşip beni lanetleyecekler. Ne var ki insanlar törenlerden de, efsanelerden de, beddualardan da sıkıldıklarında, bir vakitler, büyük Şahpur’un zamanında bir faninin dünyayı titreten çığlığını hatırlayacaklar.”Sh.139

Arka Kapak

Çağdaşımız Mani… Hoşgörü peygamberi Mani…

Amin Maalouf diğer romanlarında olduğu gibi yine bir karakterin yaşamı üzerinden dünyaya açılarak yapıtını kuruyor. Mani’nin inancı ve öyküsü Hıristiyanlık şafağında, İsa’nın ölümünden iki yüzyıl sonra başlar. Bizim çağımızın da kahramanı olabilecek Mani, yaşam öyküsüyle, son nefesine kadar savunduğu inancının oluşturduğu kişisel tarihiyle, o dönemden yani II. yüzyıldan beri yani hala varolan politik sorunlara da işaret etmiş oluyor.

Mani’den bugüne, “sanat ve coşku kaynağı olan kitaplarından, bağışlayıcı dininden, coşkulu arayışlarından, insan, doğa ve tanrısallık arasında uyum isteyen çağrısından geriye” çok az şey kalmış olsa da; bağnazlık ve iktidar hırsı yapıtını yok etmeye çalışsa da Amin Maalouf onun Aydınlıklar’a açılan inancını ele alıyor ve Mani’nin öyküsüyle bugüne “ışık” tutuyor:


Çağın getirdiği felaketleri öngörmeyi nasıl öğrenebiliriz? 

2 yorum:

  1. kitap önerisi yapan birçok blog var ama buradaki fotoğraflar,alt yazılar gerçekten çok heveslendirici
    çok beğendim valla ellere yüreğe sağlık
    sevgiler

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. çok teşekkür ederim mutluluk sağlık bol kitapla geçen bir yıl olması dileklerimle.

      Sil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...