3 Temmuz 2015 Cuma

Trenle Anadolu 7 – Kars –Sarıkamış - Divriği – Sivas – Samsun 2


Sabahın dinginliğine eşlik eden karın sessizliği... Beyazda kızakla tazelenen bir zihin... Ve bir roman... Kars’a dair kurulan bunca hayalin nedeni ne olabilir diye düşünürken Sarıkamış’ın aile tarihime şahitlik etmiş kısmı geliyor aklıma... Acaba içten içe... Katerina Köşkü’nde duyduğum o şiddetli kalma isteğinin nedenini açıklamış oluyorum belki de kendime, her şeyin başladığı yerde...



Anadolu’da büyülenmişçesine rayları takip ederken şehirlerden geçiyorum bir bir. Öğrenmek, binlerce yıl öncesiyle bugün arasındaki tüm kapıları açmak istiyorum zihnimde. Ve sonunda Kars’a varıyorum. Binlerce yıl öncesine doğru bir yol var önümde şimdi Ani Harabeleri zamanı...


Bundan 5 bin yıl öncesinde yani M.Ö. 3 binlerde Doğu Anadolu’da Hurriler’in egemen olduğu söyleniyor. Günümüzden 2500 -3000 yıl öncesindeyse bölgede izlerini takip etmekten keyif aldığım Urartular egemen. Haritada Divriği gösterilmemiş. Divriği'ye kadar uzanıyor Urartu hakimiyeti. Güneşin batışına doğru bir kartal yuvasını andıran kalesiyle...


Güney Kafkasya, Kuzeybatı İran, Doğu Anadolu için kesişme yeri, İpek Yolu sayesinde de altın dönemini yaşayan bir bölge olmuş. Evet yolum Ani Harabelerine doğru. (Nedense Anı demeyi tercih ediyorlar.) Ocaklı köyünde harabelere doğru yürürken bahçelerde dizilmiş tezeklere rastlıyorum sıklıkla. Tezekler arasında kazlar, koşuşan çocuklara eşlik ediyor. Ludmila Denisenko, kazların çok zeki ve kindar olduklarını asla unutmadıklarını anlatmış kitabında. Yazları tatile geldiklerinde yeni çocuk olduğu için sürekli bacaklarına dalan bir kazla olan savaşı  anılarında yer etmiş. Aklıma fazla akıllı bulduğum kargalar geliyor, ama onlar nedensiz tepenizde dolaşmazlar.


Surlara doğru yaklaşmışken uzaktan bir boğa görüyorum. Çekmezsem olmaz. Yanımda yöremde kimse yok. Tek başıma çeke çeke ilerliyorum. Boğa nasıl bağırıyor anlatamam, böğürüyor mu denir sahi, neyse hiç üstüme alınmıyorum. Yürümeye ve çekmeye devam... O arada surların kapısında görevliler dışarı çıkmışlar, el sallayıp uyarmaya çalışıyorlar. Allah Allah bana mı bu şimdi diye şüphedeyim. Öyle ya yol boyunca bir sürü inek fotoğrafı çekmişim, vukuatsız. Neyse o kadar uyarıya iyice ters tarafa geçip ilerliyorum ama boğanın yan gözle beni takip edişi gerçekten görülmeye değerdi ki çekmeye cesaret edemedim. Sizin gibi ben de merak edip soruyorum, saldırırmış vallahi...

Yürüdüğüm böğüren boğalı yol, harabelerin kuzey girişi. Burada yapılan çalışmalarda M.Ö. 1000lere tarihlenen yani günümüzden 3000 yıl öncesine giden dönemde bazalt taşlarla yapılan kale kalıntıları bulunmuş. Yani bugün gördüğümüz surların dışında bir kale daha varmış. İçeri giriyoruz. Birbirinden epey uzakta M.S. ilk 1000 yıla tarihlenen yapı kalıntıları. Burada geçmişte bir şehir olduğunu ve çok gelişmiş olduğunu hayal edebilmek zor geliyor. Kars Müzesi’ndeki taslak hayal etmemi kolaylaştırıyor. 10.000 üstünde insanın yaşadığı bir şehirden bahsediyoruz. Vay be!


Ani Surları ve Kalesi, tam olarak Ermenistan sınırında, doğal sınır Arpaçay’ın iki yakasında iki devlet! Neredeyse elinizi uzatsanız değecek mesafede... Yukarıdaki fotoğrafta Selçuklular’ın yaptığı Anadolu’nun ilk camisi Ebu’l Manuçehr Camii en sağda, ortada uzaktaki tepede kale kalıntıları, solda arkada ise Ermenistan topraklarındaki taş ocakları. Bastığım topraklarda yaşayanların geçmişten içime dolan sesleri anın dinginliğine karışıyor. Sınırdayım! Sınır kapılarını kapatan olaylar, onca savaş, hiç bir şey olmamış gibi tepede güneş, otlar, taşlar, çiçekler arasında yürüyorum.


Yamaçta kalan resimli kilise ve arkada Ermenistan taş ocakları. Ani harabelerinde siyah veya sarı tüf taşları kullanılmış. Sadece bu kilisedeki resimler kaldığı için böyle isim verilmiş olmalı. Eski dönem kiliselerinde hep olduğu gibi dinsel olaylar anlatılıyor bu resimlerde.

1071 Malazgirt Savaşı Türklerin Anadolu’ya ilk girişleri olarak kabul edilse de Selçuklular 1064’te Ani’yi almışlar. Anadolu’ya ilk girişi yapmışlardır. Selçuklu Sultanı Alparslan Ani’de Büyük Katedral’de ilk Cuma namazını kıldığı için buraya Fetih Camii denilmiş ve Türk İslam dünyasında bir miladın sembolü olmuş.  

Fethiye Camii’sinin biraz ilerisinde Anadolu’daki ilk Türk camisi olan Ebu’l Manuçehr bulunuyor. Türk İslam mimarisinin gelişiminde ilk örneği yansıttığı için, çok büyük bir önem taşımakta. 


Camiiden bakıldığında Arpaçay üzerindeki İpek Yolu köprüsü kalıntıları, az ilerisinde Bakireler Manastırı görülüyor. Kırmızı, siyah taşlarla yapılmış geometrik desenler çok hoş. Bu camii fotoğraf çekmek için malzemesi bol yerlerden yalnız bir de modeliniz olmalı mutlaka. 

Bu camii benim için de bir ilk. Çünkü Selçukluların Anadolu’da yaptıkları ilk camilerin orta kısımlarında İran’daki gibi avlu olduğunu görmüştüm ya da üst kısımlarında zamanla daralan, kapanan açıklık var diye düşünüyordum. Buradaysa minaresi de dahil bambaşka bir camii görmek çok değişikti.


Arpaçay kıyılarında Kapadokya’yı anımsatan mağaralar gördüm. Doğu Anadolu’nun volkanik yapısı arazideki renkli taşları, mağaraları etkilemiş doğal olarak. Benim birkaç mağara olarak gördüklerimin toplamı 823 yani bugün varlığı teyit edilen yeraltı yapısı ve mağaraların sayısından bahsediyorum. Ani’de tünel, geçit vb. yapıların uzunluğunun 500 metrenin üzerinde olduğu söyleniyor.Bunların çoğu konut olarak kullanılmış. Geri kalanlarsa kilise, geçit, mezarlık, su kanalı, güvercinlik gibi nedenlerle kullanılmış. Bu yapısıyla Kapadokya’da kurulan binlerce insanın yaşadığı yer altı şehirlerine benziyor.


Surları, kalesi, kiliseleri, sarayı, külliyesi, hamamları, depoları, atölyeleri, ateşgedesiyle Ani 78 hektarlık bir alana yayılmış. Denizden ortalama yüksekliği 1460 metre. Şu andaki kalıntıları kabataslak gezmek iki saatimi aldı. Ve o güneşin altında hiç yorulmadım desem. Bu arada beş aşamada yapılan surların uzunluğu 4,5 kmyi buluyormuş.


Ani’deki doyurucu geziden sonra sıra balıkta, Çıldır Gölü’ne doğru yola çıkmalı. Kar manzaralarından sonra neyle karşılaşacağımdan çok da emin değildim göle doğru giderken. Haziran başı buralarda baharın başlangıcı olması nedeniyle yollar rengarenk çiçek tarlalarıyla dolu. Ve tabii hayvan sürüleri, başlarında çobanlarıyla.


Göldeki meşhur balıkçıda sarı balık yenilecek. Yağmur başlamış ne gam. Kılçıklarından kocaman olduğunu düşündüğüm balık nefis. Sonradan fotoğraflarını gördüm. Gerçekten çok büyükmüş.


Tarih yüklü Ani’den sonra böylesine bir manzara eşliğinde yemek yemek beni benden alıyor. Hem ruhsal, hem fiziksel, hem zihinsel doyumun tam ortasındayım. Biraz daha keyfini çıkarmak ne güzel olurdu manzaranın. Kışın kızaktan sonra sıcacık soba başına gelip ısınmaya çalışarak balık yemenin keyfi de bambaşka olmalı. Uçsuz bucaksız beyazlıkta kaybolmak için birgün gene yolum düşsün buralara dilekleriyle Kars’a doğru yola çıkma zamanı artık...

4 yorum:

  1. harika bir çalışma

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. adınızı bilmesem de teşekkür ederim

      Sil
  2. Fotoğrafları gördükçe gidesi geliyor insanın :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kara rahatlıkla atlayıp gidilecek yerlerden ... tavsiye ederim ...

      Sil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...