13 Temmuz 2015 Pazartesi

Trenle Anadolu 7 – Kars –Sarıkamış - Divriği – Sivas – Samsun 3


Dalmışım... Yağmurla birlikte gelen renkleri fark ettiğimde içimin huzurla dolması anı muhteşemdi. Alabildiğine yeşilde, alabildiğine duru mavi, gri-beyaz bulutlar, hayvan sürüleri, uzayıp giden bir masal yol... Kim ister böylesi bir güzelliğin bitmesini?




Ve yol, dingin yağmur eşliğinde, karşılaşılanlara verilen selamlarla bir masal şehrine varıyor. Şairin dediği gibi “beyaz, uykusuz uzakta”*, çok uzakta... Oysa şimdi beyaz yerini yeşile bırakmış, dingin hissediyorsunuz. Haziran başındayız, baharın henüz geldiği, gündüzlerin çok erken başladığı bu masal kent, tarih boyunca görüp geçirdiklerini bir sır gibi fısıldamaya hazır... Şimdi yazarken aklımda bir yandan “Kar”... Kitap eşliğinde dinlemek istiyorum anlatacaklarını bir de...  

Pratikte gezmeye Kale’den başlanmasa da anlatmaya 360 derecelik manzarasıyla buradan başlamak hoşuma gidecek belli. Hadi o zaman... Selçuklular’ın Anadolu’ya girişinin 1064’te Ani’den olduğunu daha önce söylemiştim. Ani’nin alınması, Malazgirt Savaşı derken Anadolu’ya giriş yüz yıllık bir süreyi buluyor. Kars Kale’si bu süreçte inşa edilmiş, şehrin kuzeyinde, Karadağ’ın batı ucunda kurulmuş, baktığınız zaman şehrin en baskın kimlik öğresi durumunda. 1153’te Kars Emiri Kerimeddin’in kızı Tacünnisa Hatun’un yardımıyla Saltukoğulları’ndan Melik İzzeddin Saltuk’un veziri Firuz Akay tarafından yaptırılmış. 1386’da Timur orduları tarafından yerle bir edilmiş. Sonrasında 1579’da yeniden inşa edilmiş.

Kalenin surlarından bakıldığında, restorasyon halindeki Kümbet Camii (On İki Havariler Kilisesi) şehirde önemli bir yapı olarak öne çıkıyor. Anadolu’da onlarca Selçuklu kümbeti gördükten sonra bu yapı ve Ani’deki kiliselerle, kümbetlerin yapı benzerlikleri dikkatimi çekiyor. Sonrada Orta Asya’da ölülerin gömüldüğü yerin üzerine, ziyaret için bir çadır kurulduğunu öğreniyorum.  Bu fikrin taşa dökülmüş olan hali de kümbetler olmalı. Çünkü kümbetlerde de ölünün gömüldüğü zemin kat üzerine ziyaret edilmesi için bir kısım daha yapılıyor. Özellikle Ahlat’ta çok yakın dizilmiş kümbetler, Niğde’deki Hüdavent Hatun Kümbeti, Van, Gevaş'taki Halime Hatun Kümbeti benim için unutulmazlar arasında... Öte yandan Orta Asya'daki bu Kurgan mezar tipinin Uygur döneminde Budist stupaların etkisiyle kubbeli hale gelmesini de eklemeden olmaz sanırım.Uygurlar duvarla kube arasındaki bağlantıyı sağlamak için üçgenler kullanmışlar. "Türk üçgeni" daha sonra Selçuklu ve Osmanlı mimarisinda sıkça rastlayanan öğelerden olmuş.

Kaleden inerken Taş Köprü’nün iki yanındaki hamamlara bakıyorum bir süre. Ludmila Denisenko, ailesiyle balkonlu hamam da denilen sağdaki Muradiye Hamamı’na gidermiş. Nasıl gittiklerini, neler yaptıklarını anlatırken ünlü Rus yazar Puşkin’in de Osmanlı-Rus Savaşı sırasında bu hamamlara geldiğini ancak memnun kalmadığından bahsetmiş. Ancak savaş sonrası şehre yerleşen Ruslar, Puşkin’e özel bir şeref köşesi yapıp, eserlerinden örnekler sergilemişler, büstlerini satmışlar!

Taş köprüde hamamların ters yönüne doğru dönüyorum. Nehrin diğer kısmında, kale eteğine yayılan mahalleye doğru... Bu köprüde duran, Kale eteklerindeki mahalleye yürüyen, röportajlar yapan şair Ka’yı hayal ediyorum şimdi. Sıcacık güneşle içime dolan pozitif enerjiyle gülümserken, soğukla arası olmayan benim için karın sessizliğini hayal etmeye çalışmak biraz zor galiba. 


Kars Müzesi’nde gördüğüm canlandırmayla Kars’ın eski hali hakkında fikir ediniyorum. Osmanlı döneminde Kale’nin eteğine yayılmış şehir. Şimdilerde bu yapılardan pek bir şey kalmamış. Diğer köprüden de geçtikten sonra yürümeye devam ediyorum.


Solda Namık Kemal evi var. Namık Kemal burada Kars mutasarrıflığına atanan dedesiyle 1,5 yıl kalmış. Mutasarrıf; vailden küçük, kaymakamdan büyük rütbesiyle sancağın yöneticisi. Bu ev, bugün Toplum Merkezi olarak kullanılıyor.(Kültür Merkezi gibi olmalı diye düşünüyorum.) Bahçesinde Kars’taki önemli eserlerin minyatürleri var. Teker teker bakmak hoşuma gidiyor. (Fotoğrafa tıkladığınızda yakından görebilirsiniz.)Yola devam edince sağda Tezer Özlü okuyan tatlı öğretmenle karşılaştığım kafe var.

Atatürk Caddesi’ndeyim. Yukarıdaki fotoğraf bu caddeden... Kar romanının günümüzden 15 yıl öncesinde geçtiğini varsayarsak buralar nasıldı diye düşünüyor insan? Daha ötesi Rusların olduğu dönemde yani bu evlerin ilk yapıldıkları dönemde nasıl olduklarını merak ediyor ister istemez... Atatürk Caddesi’yle birlikte 40 yıllık Rus dönemine girmek üzereyiz...


Şehri anlatmaya başlamadan önce Kars Müzesi’ne uğramak istiyorum. Son dönemde Anadolu’da arkeoloji müzeleri rutubet kokulu, bakımsızdır algım bir güzel çarpılıp değişti. Ahlat’ta, Elazığ’da, Malatya’da şaşkınlık yerini mutluluğa bıraktı. Artık şehirlerde müzeleri gezmeye daha istekliydim. Bu durum Kars’ta katmerlendi desem az bile söylemiş olurum.


 Girişte Kars Müzesi tabelasının yanında Kars Müzesi Çocuk Odası tabelasını da gördüğümde pek bir beklenti oluşmamıştı açıkçası. İçeri girer girmez soldaki alanın rengarenk çocuk kısmı olduğunu görmek şaşırtırken çok mutlu etti.


İki yanda kocaman panolarda çocukların müzeyi gezdikten sonra çizdikleri resimler var, rengarenk hepsi de. Yukarıdaki koç heykelinin arkasındaki uzun masa ve sandalyeler  de onlara ait. Oturmak istediğinizde uyarıyorlar. Güzel duygular eşliğinde müze gezisine başlamak iyi geliyor.


Ludmila Denisenko kitabında, çocukların kaymak için kullandıkları malzemelerden birinin tahtalar olduğunu söylerken. Değerli bir kapıyı karda kaymak için kullanan bir çocuktan satın alan büyüğünü anlatıyor. Yukardaki kapı da işlemeleriyle kendine hayran bırakanlardan. Kullanılan her detayın anlamı olduğunu bilmek daha bir kıymetlendiriyor. Müzenin alt ve üst katlarında yörenin tarihine ait buluntulardan, geleneksel giysilerine, kilimlere, halılara kadar geniş ve gezmesi hoş bir yelpaze mevcut.

Mezar taşlarını incelemenin hoşuma gidenlerden olduğunu her fırsatta söylüyorum. Ahlat’taki Selçuklu mezar taşları bu konuda tam bir hazineydi. Çıldır Gölü yolunda gördüğüm bu tip mezar taşlarıysa bambaşka. Orta Asya’ya uzanıyor kökü.

Daha önce Elazığ Müzesi’nde girişe dizilen koç ve at mezar taşları beyaz ve işlemesizdi. Kars Müzesi bahçesindeyse mezar taşı olarak koşum takımlarıyla atlara ve hatta balinaya rastlamak çok değişikti. At mezar taşlarının 16.yy.a ait olduğu yazılmış.


Bahçedeki bir sürpriz de üzerinde Rusça ve Osmanlı’ca yazıların olduğu bir vagon! Ludmila Hanım vagon üzerindeki Rusça yazıların, vagon onarılırken değiştiği için hiçbir anlamı olmadığını yazmış! Bu vagon Sovyet Rusya tarafından Kazım Karabekir Paşa’ya hediye edilmiş. Kars’ın teslim protokolü bu vagonda imzalanmış. (Bir dönem Sovyetler Birliği’nin ve soğuk savaşın olduğunu hatırlamak çok değişik ve evet biraz da yaş almışlığı hatırlatıyor.)


 Sanırım burada sözü Ludmila Hanım’a bırakmak en güzeli;

“...Sovyet Rusya tarafından Kazım Karabekir Paşa’ya hediye edilen vagon sergilenir. Kars’ın teslim protokolünün bu vagonun içindeki masa üzerinde imzalandığı bilinir.Ne var ki bu masanın bile imzalanmaktan tesadüfen kurtarıldığı anlatılıyor. Bir sanat tarihçisi olarak bu müzenin işletme yönetimine bir eleştiri yöneltmeden geçemeyeceğim. Çalışanlar çok sempatik ve konuksever ancak özellikle halı, kilim gibi dokumalarda açıklamalar yetersiz. Bahçedeki mezar taşları, gündelik bakımları ihmal edilmiş çöp gibi atılmış görünümünde.Paha biçilmez değeri olan Kazım Karabekir’in vagonu ise bir ihmaller zinciri... Dileyen istediği gibi fotoğraf çektirebiliyor, eşyaları elleyebiliyor, üzerine oturabiliyor.Zaten üzerlerindeki açıklamalardan bu eşyaların ne denli orijinal olduğunu anlayamıyorsunuz.Aslı böyle miydi bilemiyoruz?Vagonun üzerindeki tarihi yazılara gelince... Anlaşılan orijinal Rusça yazıların üstü bakım sırasında boyanmış ve kalan izlerden tahminle yeniden bir şeyler yazılmış: Şu anda görülenler anlaşılmaz uydurma, yakıştırma harflerden ibaret. Bizimle birlikte müzeyi gezmekte olan ve çoğu Rusça bilen turistlerin kıkırdayarak, birbirlerine bu yazıları göstermeleri bana çok incitici, kendi tarihimize saygısızlık gibi geldi. Bu yazıların bakımı ve yenilenmesi için bir uzman tarafından hazırlanacak şablonun kullanılması çok mu zor?”**

Aklımın bir köşesinde bakımsızlık içindeki Katerina Av Köşkü... Şehre girmeden biraz ara vermeli...

*Cemal Süreya
**Sayfa 99-100 Böyle Bir Kars – Ludmila Denisenko 

2 yorum:

  1. Eline aklına sağlık, çok güzel

    Bozkurt

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. aaa çok teşekkürler... arkadaşlarımın okuması ayrıca hoşuma gidiyor...

      Sil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...