Halı tezgahlarını sırdaş olarak
kabul eden genç kızlarımız, kadınlarımız içlerini dökerlermiş her bir ilmeğe...
Bakmaya doyulamayan kilimler, halılar derman olur muymuş dertlerine bilinmez.
Rahatlamak isteği ile eklediği haşhaş motifleri ve üstlerindeki ters laleler
durumun pek de iyi olmadığını anlatırmış mesela. Eğer lale kısımları siyahsa
halı dokuyan güzelin çıkmazda kaybolduğu, canına kıydığı sonucu
çıkarılabilirmiş. Şimdilerde gittikçe azalan halı dokuma tezgahlarında aceleyle
çıkarılan motifler, tamamlanan kilimler, halılar böylesine anlamlı mı?
Böylesine sevgi ilişkileri kuruluyor mu tezgahlarla, kim bilir? Aklıma Van’da
dokuma tezgahları başında gördüğüm cıvıl cıvıl genç kızlar geliyor...
Doğuda gün erken başlar. Gece dediğimiz
bir saatte tan yeri ağarmış, sizin şaşkınlığınıza gülümsüyordur. Pencereden
baktığımda boş bir arsada yürüyüş yapan insanlar görüyorum. Değişik geliyor,
arsa çok boş, ne bileyim bir park ya da başka bir şey değil. Sonradan Fethiye
Camii karşısındaki stadyumun yıkıldığını öğreniyorum. Yani insanlar stadyum
artık olmasa da alıştıkları yerde sporlarını yapmaya devam ediyorlar.
Alesandr Kilisesi, Kars’taki Rus işgalinden sonra yapılmış ve
Kars’ın kurtuluşunda Fethiye Camii’ne çevrilmiş. 1905 Rus-Japon Harbinde
Japonlara yenilince yayılma ve ilgi sahasını Uzak Doğu’dan daha önce savaştığı
bölgelere çevirmiş. Bu amaçla Kars’taki birlikleri onurlandırmak için yapılmış
bu kilise. Bir benzerinin Sarıkamış Oltu’da olduğunu söylemiş Ludmila Hanım. Kulenin
altın kaplama kubbesi ve çan kulesi Rus Ortodoks dini mimarisinin tipik örneği
olarak geçiyor. Altın kaplama kubbe ve kule 60 ihtilali sırasında sökülmüş. 1985
yılında iki minare ve çini mihrap eklenerek camiye çevrilmiş.
Fethiye Camii yanındaki cadde
üzerinde olan şaha kalkmış bir at üstünde Atatürk heykeli çok anlamlı. Daha
önce burada Rusların yaptığı bir anıt varmış. 13 metre yüksekliğindeki heykelde
bir Rus askeri, ayaklarının dibinde de yere düşmüş Türk Bayrağını didikleyen
bir kartal görülmekteymiş. Kuşatmalarda ölenlerin isimleri, çevresinde kuşatmada
ele geçirilen Osmanlı topları dizilmiş. Aklıma Rusların Osmanlı’ya karşı İzmir
civarında kazandıkları Çeşme Zaferi geliyor. Ve St. Petersburg’ta Peherhof
Saray’ında, bu savaşın ya da doğrusu zaferin tablolarına ayrılmış çok geniş
salon... Gene bir kilisenin bahçesinde de kullanılmış gene Osmanlı
topları... (ya Moskova ya St. Petersburg’taydı)
Büyük (Deli) Pedro’yla başlayan sıcak
denizlere inme amacı Ruslar’ın her daim öncelikli hedefi olmuş. Bu amaca
ulaşmada çok önemli bir basamak olan Kars, 93 harbiyle işgal edildiğinde burada
sürekli kalacaklarını düşünerek yeni bir şehir kurmuşlar. Yani Kale ve
eteklerinde ve Kar Çayı’nın batısında yayılan şehir yerine Tahtdüzü denilen
bölgede yeni mahalleler inşa etmişler. Baltık tarzı mimari denilen, Moskova ve
St. Petersburg’da da görmüş olduğumuz soğuğa ve neme dayalı, estetiğe önem
veren binalar inşa etmişler. Yukarıdaki Defterdarlık Binası dönemin en önemli
yapılarından. Yukarıda bahsettiğim Atatürk Heykeli’nden aşağı doğru indiğinizde
yani Ordu Caddesi’nde bulunuyor Defterdarlık Binası. Yapısı ve köşelerdeki
balkonları dikkat çekici. Diğer binalarda da gördüğüm bu balkonların sonradan
eklenmiş olduğunu düşünüyordum nedense. Öyle değilmiş. Demirel, 1976’ta şeker
fabrikasının açılışı için geldiği Kars’ta bu balkondan konuşma yapmış.
Defterdarlık Binası’nın karşı
köşesinde içinde Atatürk Heykeli’nin de olduğu bir park var. Ordu Caddesi
dönemin en şık binalarının olduğu alanmış. O dönemde bu kadar geniş caddelere
neden gereksinim olduğunu ister istemez soruyor insan. Güneşten daha fazla
yararlanıp, buzların erimesine katkıda bulunmak içinmiş. Hatta yol kenarındaki
ağaçlar da dökülen yapraklılardan seçilirmiş ki güneşe engel olmasın.
Deftertarlık Binası ve Park’ın arasındaki caddeden devam ettiğinizde solda
Ticaret ve Sanayi Odası çıkıyor karşınıza. Tüm binaların giriş kapılarında sundurmalar var
genelde. Bu da içeri girerken düşebilecek buzlardan kaynaklanabilecek
yaralanmaları engellemekmiş. Bu arada bu taş binalardaki su oluklarının her
biri özenle tasarlanmış.
Ani’de Kapadokya’da rastladığım
mağaralara benzer mağaralara rastlamak ve burada da yeraltında yaşandığını
görmek benzer coğrafyalardaki yaşamları düşündürüyor. Bu bölgede de volkanik
yapı hakim olduğu için yapılara yansımış. Ruslar döneminde yapılan Baltık mimari
tarzında kullanılan bazalt taşlar volkanik. Düzgün kesme bazalta ek olarak kara
tüf taşları kullanılmış.
Şair Ka’nın yürüdüğü caddelerden
biri de Halitpaşa Caddesi. Kale’den inip, köprülerden geçtikten sonra gelinen Halitpaşa
Caddesi’nde Kamer Kafe’de yemek yenilebilir. Karşısındaki Kar’store, köşedeki
Konservatuar Binası, karşı köşesindeki Kar’s Otel görülmesi gereken binalardan.
Yani Halitpaşa Caddesi’nde yürümek hoş.(Tabii Ordu Caddesi'nde yürümek daha da hoş.)
Kar’s Otel’in arka cephesinden
baktığınızda gördüğünüz ahşap süslemeler dantel gibi işlenmiş. Tüm binalarda olduğu gibi bu
binanın da çörtenleri görülmeye değer. Bu arada çörtenin anlamını su oluğu
olarak bilsem de tekrar bakmadan edemedim. Alçak katlı yapılarda tercih edilen,
çatıdaki suyun yapının dışına alınmasını sağlaya dışa doğru uzanmış oluk.
Yürüyüşe çıktıktan sonra böyle
bir semaverden çay içmek keyifli. Yürüyüş boyunca eski Rus Konsolosluğu,
kütüphane, Gazi Ahmet Muhtar Paşa Konağı gibi binalar incelenebilir. Kars
Postası Gazetesi önünden geçerken bir tane alınmalı. Bu arada Kar’daki
olacakları önceden yazan Kars Serhat
Gazetesi’ni anmadan olmaz sanırım. Faikbey Caddesi ise şehrin merkez caddesi.
Buradaki at, aslan gibi heykellere göre yol tarif ediliyor. Orhan Pamuk’un Kar
romanını yazarken 15 gün kaldığı Karabağ Oteli'de bu caddede.
Kars’la ilgili anlatacaklarımı
yavaş yavaş bitirmek isterken Gazi Muhtar Ahmet Paşa caddesindeki Melekli
Ev’den bahsetmeden olmaz diyorum. Burada sözü gene sanat tarihçisi Ludmila
Denisenko’ya bırakmak en güzeli;
“Bu eve gidip gördüğümde adeta
beynimden vuruldum: Yuvarlak kemerli nişler içine çok dekoratif bir biçimde
oturtulmuş gömme peçleri, harika parke salonu, masif ahşaptan görkemli kapıları
ve boydan boya resimli tavanı ile saray dairesi gibi muhteşem bir konut.
Tavandaki kartonpiyer göbeğin etrafında pembe güller ve kurdelelerle örülmüş
çelenkler taşıyan çok gerçekçi resimlenmiş pembe yanaklı tombul melekler
görülmektedir....” Sayfa 93
Rusların ısıtmada kullandıkları “Peç” sisteminden
bahsetmeden olmaz.İki oda arasında duvara gömülü olarak baca sistemli sobalar.
Burada yakılan odun ya da kömür ısısı, iki oda dışında hava boşluklarıyla
duvarlar içinden geçirilerek tüm evi ısıtabiliyor. Duvarlar geç soğuduğu için
de evin sıcaklığı uzun süre korunabiliyormuş. Ruslar’dan sonra bu sistem pek
kullanılamamış. Bir tuğla oynatılsa sistem bozulmuş olur diyor Ludmila Hanım.
Kars’ta en önemli değerler tabyalar olarak kabul edilebilir.
II.Selim ve Sultan Abdülaziz döneminde yaptırılan tabyalara İngilizler
aracılığıyla toprağın altında adeta ufak köyler, dev salonlardan oluşan
inanılmaz geniş ve derin tabyalar inşa edilmiş. “Kars’a hakim tüm tepelerin
altı oyularak yapılan sığınaklar düşmana görünmeden yer değiştirmeye olanak
veren tünellerle birbirine bağlanmıştı. Bu sayede 250 kişilik Türk Ordusu 4 bin
kişilik Rus kuvvetlerine direnebilmişti.Bu muhteşem tabyaların yolu oldukça
virajlı ve yükseldikçe korkutucu.” Sayfa 63
Kars’a dair anlatacak şeyler
aklım dönüp dururken bir yandan da artık bitirmeli diyorum. Artık Doğu Ekspresi’ne
binmeli, Kars’tan Divriği’ye doğru uzanan o güzel coğrafyayı yaşamalı tekrar...
Ama Boğatepe’deki Peynir Müzesi’nden ve Malakanlar’dan bahsetmeden Kars’tan
ayrılmak olmaz. Boğatepe’de hala peynir, Kars Gravyeri üretimi yapılıyor. Müzede
kullanılan eski araçlar inceleniyor, üretim alanında gravyer üretimi hakkında
bilgi sahibi olunuyor.
Büyük Pedro döneminde
kılık,kıyafet ıslahatları yaparken saç, sakal bırakmayı seven bir gurup bu
durumdan hoşlanmasa da idare ederler. Ancak süt içmeyi haftada iki güne
indirince buna karşı gelirler. Böylece Rusça süt anlamına gelen Moloko’dan
türeyerek Molakanlar (süt içenler) denilen bir Ortodoks tarikatı ortaya çıkar.
Malakanlar, haç gibi ikonları insanoğlunun abartısı olarak görürler ve şekilciliğe
karşı çıkarlar. Zaten ruhban sınıfının olmadığı eşitlikçi, savaş karşıtı,
barışcıl bir toplumdur. Savaşmayı, askerliği reddederler.Haliyle Rusya’da
sevilmeyip sürgüne gönderirler. Göç edebilenler farklı ülkelere gider.
Gidemeyenlerin büyük kısmı Kars’ın Arpaçay ilçesine gelirler.
Ziraat,ekme biçme, değirmencilik,
hayvancılık, arıcılık, peynircilik alanında son derece ileri bir toplum olan
MAlakanlar; barışçı, yardımlaşma ve paylaşımı seven, dürüst, güvenilir ve
güleryüzlü yapılarıyla Kars’ta çok sevilen bir topluluk olmuşlar. Yaşadıkları
köyleri yeşertirken, değirmenden elektrik üretmeyi, hayvanlardan sabun yapmayı,
semaver kültürünü de öğretmişlerdir. Ruslar gittikten sonra savaşmak istemeyen
Malakanlar gitmek zorunda kalmışlardır. (Böyle Bir Kars kitabından bu konuyu
detaylı açıklamış Ludmila Denisenko) 1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra Türk
topraklarından kalan yardımlaşmayı seven Ruslar olarak da dikkat çektikleri
için baskı altında kalarak gitmişlerdir.
Kars bir sınır şehri, biraz
yalnız bırakılmış, uzakta, kendi halinde gibi gözükürken anlatılacak bir dolu
şeyi olmasıyla insanı şaşırtıyor. Ama artık Doğu Ekspresi’ne binme zamanı. Kars’la
tekrar tekrar buluşmak, karla kaplı caddelerinde yürümek, Sarıkamış’a gitmek ne
hoş olur, hayırlısıyla kısmet olur inşallah. Buraya kadar okuyan herkese teşekkür
ediyorum, sevgilerimle...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder