Dalmışım... Yağmurla birlikte
gelen renkleri fark ettiğimde içimin huzurla dolması anı muhteşemdi.
Alabildiğine yeşilde, alabildiğine duru mavi, gri-beyaz bulutlar, hayvan
sürüleri, uzayıp giden bir masal yol... Kim ister böylesi bir güzelliğin
bitmesini?
Ve yol, dingin yağmur eşliğinde,
karşılaşılanlara verilen selamlarla bir masal şehrine varıyor. Şairin dediği
gibi “beyaz, uykusuz uzakta”*, çok uzakta... Oysa şimdi beyaz yerini yeşile
bırakmış, dingin hissediyorsunuz. Haziran başındayız, baharın henüz geldiği,
gündüzlerin çok erken başladığı bu masal kent, tarih boyunca görüp
geçirdiklerini bir sır gibi fısıldamaya hazır... Şimdi yazarken aklımda bir
yandan “Kar”... Kitap eşliğinde dinlemek istiyorum anlatacaklarını bir de...
Pratikte gezmeye Kale’den
başlanmasa da anlatmaya 360 derecelik manzarasıyla buradan başlamak hoşuma
gidecek belli. Hadi o zaman... Selçuklular’ın Anadolu’ya girişinin 1064’te
Ani’den olduğunu daha önce söylemiştim. Ani’nin alınması, Malazgirt Savaşı
derken Anadolu’ya giriş yüz yıllık bir süreyi buluyor. Kars Kale’si bu süreçte
inşa edilmiş, şehrin kuzeyinde, Karadağ’ın batı ucunda kurulmuş, baktığınız
zaman şehrin en baskın kimlik öğresi durumunda. 1153’te Kars Emiri
Kerimeddin’in kızı Tacünnisa Hatun’un yardımıyla Saltukoğulları’ndan Melik
İzzeddin Saltuk’un veziri Firuz Akay tarafından yaptırılmış. 1386’da Timur
orduları tarafından yerle bir edilmiş. Sonrasında 1579’da yeniden inşa edilmiş.
Kalenin surlarından bakıldığında,
restorasyon halindeki Kümbet Camii (On İki Havariler Kilisesi) şehirde önemli bir yapı olarak öne çıkıyor. Anadolu’da
onlarca Selçuklu kümbeti gördükten sonra bu yapı ve Ani’deki kiliselerle,
kümbetlerin yapı benzerlikleri dikkatimi çekiyor. Sonrada Orta Asya’da ölülerin
gömüldüğü yerin üzerine, ziyaret için bir çadır kurulduğunu öğreniyorum. Bu
fikrin taşa dökülmüş olan hali de kümbetler olmalı. Çünkü kümbetlerde de ölünün
gömüldüğü zemin kat üzerine ziyaret edilmesi için bir kısım daha yapılıyor.
Özellikle Ahlat’ta çok yakın dizilmiş kümbetler, Niğde’deki Hüdavent Hatun Kümbeti,
Van, Gevaş'taki Halime Hatun Kümbeti benim için unutulmazlar arasında... Öte yandan Orta Asya'daki bu Kurgan mezar tipinin Uygur döneminde Budist stupaların etkisiyle kubbeli hale gelmesini de eklemeden olmaz sanırım.Uygurlar duvarla kube arasındaki bağlantıyı sağlamak için üçgenler kullanmışlar. "Türk üçgeni" daha sonra Selçuklu ve Osmanlı mimarisinda sıkça rastlayanan öğelerden olmuş.
Kaleden inerken Taş Köprü’nün iki
yanındaki hamamlara bakıyorum bir süre. Ludmila Denisenko, ailesiyle balkonlu
hamam da denilen sağdaki Muradiye Hamamı’na gidermiş. Nasıl gittiklerini, neler
yaptıklarını anlatırken ünlü Rus yazar Puşkin’in de Osmanlı-Rus Savaşı
sırasında bu hamamlara geldiğini ancak memnun kalmadığından bahsetmiş. Ancak savaş
sonrası şehre yerleşen Ruslar, Puşkin’e özel bir şeref köşesi yapıp,
eserlerinden örnekler sergilemişler, büstlerini satmışlar!
Taş köprüde hamamların ters
yönüne doğru dönüyorum. Nehrin diğer kısmında, kale eteğine yayılan mahalleye doğru...
Bu köprüde duran, Kale eteklerindeki mahalleye yürüyen, röportajlar yapan şair
Ka’yı hayal ediyorum şimdi. Sıcacık güneşle içime dolan pozitif enerjiyle
gülümserken, soğukla arası olmayan benim için karın sessizliğini hayal etmeye
çalışmak biraz zor galiba.
Kars Müzesi’nde gördüğüm
canlandırmayla Kars’ın eski hali hakkında fikir ediniyorum. Osmanlı döneminde
Kale’nin eteğine yayılmış şehir. Şimdilerde bu yapılardan pek bir şey kalmamış.
Diğer köprüden de geçtikten sonra yürümeye devam ediyorum.
Solda Namık Kemal evi var. Namık
Kemal burada Kars mutasarrıflığına atanan dedesiyle 1,5 yıl kalmış. Mutasarrıf;
vailden küçük, kaymakamdan büyük rütbesiyle sancağın yöneticisi. Bu ev, bugün
Toplum Merkezi olarak kullanılıyor.(Kültür Merkezi gibi olmalı diye
düşünüyorum.) Bahçesinde Kars’taki önemli eserlerin minyatürleri var. Teker
teker bakmak hoşuma gidiyor. (Fotoğrafa tıkladığınızda yakından
görebilirsiniz.)Yola devam edince sağda Tezer Özlü okuyan tatlı öğretmenle
karşılaştığım kafe var.
Atatürk Caddesi’ndeyim. Yukarıdaki
fotoğraf bu caddeden... Kar romanının günümüzden 15 yıl öncesinde geçtiğini
varsayarsak buralar nasıldı diye düşünüyor insan? Daha ötesi Rusların olduğu
dönemde yani bu evlerin ilk yapıldıkları dönemde nasıl olduklarını merak ediyor
ister istemez... Atatürk Caddesi’yle birlikte 40 yıllık Rus dönemine girmek
üzereyiz...
Şehri anlatmaya başlamadan önce
Kars Müzesi’ne uğramak istiyorum. Son dönemde Anadolu’da arkeoloji müzeleri rutubet
kokulu, bakımsızdır algım bir güzel çarpılıp değişti. Ahlat’ta, Elazığ’da,
Malatya’da şaşkınlık yerini mutluluğa bıraktı. Artık şehirlerde müzeleri
gezmeye daha istekliydim. Bu durum Kars’ta katmerlendi desem az bile söylemiş
olurum.
Girişte Kars Müzesi tabelasının
yanında Kars Müzesi Çocuk Odası tabelasını da gördüğümde pek bir beklenti
oluşmamıştı açıkçası. İçeri girer girmez soldaki alanın rengarenk çocuk kısmı
olduğunu görmek şaşırtırken çok mutlu etti.
İki yanda kocaman panolarda
çocukların müzeyi gezdikten sonra çizdikleri resimler var, rengarenk hepsi de. Yukarıdaki
koç heykelinin arkasındaki uzun masa ve sandalyeler de onlara ait. Oturmak istediğinizde
uyarıyorlar. Güzel duygular eşliğinde müze gezisine başlamak iyi geliyor.
Ludmila Denisenko kitabında, çocukların
kaymak için kullandıkları malzemelerden birinin tahtalar olduğunu söylerken. Değerli
bir kapıyı karda kaymak için kullanan bir çocuktan satın alan büyüğünü
anlatıyor. Yukardaki kapı da işlemeleriyle kendine hayran bırakanlardan.
Kullanılan her detayın anlamı olduğunu bilmek daha bir kıymetlendiriyor. Müzenin
alt ve üst katlarında yörenin tarihine ait buluntulardan, geleneksel
giysilerine, kilimlere, halılara kadar geniş ve gezmesi hoş bir yelpaze mevcut.
Mezar taşlarını incelemenin
hoşuma gidenlerden olduğunu her fırsatta söylüyorum. Ahlat’taki Selçuklu mezar
taşları bu konuda tam bir hazineydi. Çıldır Gölü yolunda gördüğüm bu tip mezar
taşlarıysa bambaşka. Orta Asya’ya uzanıyor kökü.
Daha önce Elazığ Müzesi’nde
girişe dizilen koç ve at mezar taşları beyaz ve işlemesizdi. Kars Müzesi
bahçesindeyse mezar taşı olarak koşum takımlarıyla atlara ve hatta balinaya
rastlamak çok değişikti. At mezar taşlarının 16.yy.a ait olduğu yazılmış.
Bahçedeki bir sürpriz de üzerinde
Rusça ve Osmanlı’ca yazıların olduğu bir vagon! Ludmila Hanım vagon üzerindeki
Rusça yazıların, vagon onarılırken değiştiği için hiçbir anlamı olmadığını
yazmış! Bu vagon Sovyet Rusya tarafından Kazım Karabekir Paşa’ya hediye
edilmiş. Kars’ın teslim protokolü bu vagonda imzalanmış. (Bir dönem Sovyetler
Birliği’nin ve soğuk savaşın olduğunu hatırlamak çok değişik ve evet biraz da
yaş almışlığı hatırlatıyor.)
Sanırım burada sözü Ludmila Hanım’a
bırakmak en güzeli;
“...Sovyet Rusya tarafından Kazım
Karabekir Paşa’ya hediye edilen vagon sergilenir. Kars’ın teslim protokolünün
bu vagonun içindeki masa üzerinde imzalandığı bilinir.Ne var ki bu masanın bile
imzalanmaktan tesadüfen kurtarıldığı anlatılıyor. Bir sanat tarihçisi olarak bu
müzenin işletme yönetimine bir eleştiri yöneltmeden geçemeyeceğim. Çalışanlar
çok sempatik ve konuksever ancak özellikle halı, kilim gibi dokumalarda açıklamalar
yetersiz. Bahçedeki mezar taşları, gündelik bakımları ihmal edilmiş çöp gibi
atılmış görünümünde.Paha biçilmez değeri olan Kazım Karabekir’in vagonu ise bir
ihmaller zinciri... Dileyen istediği gibi fotoğraf çektirebiliyor, eşyaları
elleyebiliyor, üzerine oturabiliyor.Zaten üzerlerindeki açıklamalardan bu
eşyaların ne denli orijinal olduğunu anlayamıyorsunuz.Aslı böyle miydi
bilemiyoruz?Vagonun üzerindeki tarihi yazılara gelince... Anlaşılan orijinal Rusça
yazıların üstü bakım sırasında boyanmış ve kalan izlerden tahminle yeniden bir
şeyler yazılmış: Şu anda görülenler anlaşılmaz uydurma, yakıştırma harflerden
ibaret. Bizimle birlikte müzeyi gezmekte olan ve çoğu Rusça bilen turistlerin
kıkırdayarak, birbirlerine bu yazıları göstermeleri bana çok incitici, kendi
tarihimize saygısızlık gibi geldi. Bu yazıların bakımı ve yenilenmesi için bir
uzman tarafından hazırlanacak şablonun kullanılması çok mu zor?”**
Aklımın
bir köşesinde bakımsızlık içindeki Katerina Av Köşkü... Şehre girmeden biraz
ara vermeli...
*Cemal Süreya
**Sayfa 99-100 Böyle Bir Kars – Ludmila
Denisenko
Eline aklına sağlık, çok güzel
YanıtlaSilBozkurt
aaa çok teşekkürler... arkadaşlarımın okuması ayrıca hoşuma gidiyor...
Sil