9 Kasım 2013 Cumartesi

İran Günlüğüm - 3 (Tahran)


Daha önce yazmış olsam da sürekli sorulduğu için tekrar etmek istedim. İran’a girerken kapanıyorsunuz mutlaka, hangi ülkeden olursanız olun. Saçlarınız kapalı, uzun kollu bol bir şeyin altına kot olabilir. Son dönemde önemli olanın kalça                                                                


kısmının örtülmesi olduğu söyleniyor.



 Giderken benim yaptığım gibi ciddi bir hicap alışverişine gerek yok, giyme gereği duymuyorsunuz çünkü. Bu şimdi böyle 1-2 sene sonra daha da rahat olurmuş gibi gözüküyor. Bir fikir vermesi açısından yukarıdaki iki fotoğraf İran’dan! Tabii ki böylesine bir taytı bir kez gördüm ama gördüm üstelik Tahran’dan daha mutaassıp bir şehirde. Şimdi yazarken ikisi de turist miydi acaba diye düşünmedim değil! Öte yandan işi sağlam tutup bol pantolon, bol ve uzun kollu tişört ya da gömlekten şaşmamalı, ne olur ne olmaz.




En iyisi Tahran’ı anlatmaya devam etmek, sırada Müze-i Abgine yani Cam ve Seramik Müzesi var. Eski Başbakanlardan Ahmad Qavam’a ait ev daha sonra Farah Pehlevi tarafından alınarak müze yapılmış.


Yapı mimari tarz olarak İran özelliklerinden daha çok batı ile doğunun başarılı bir sentezini sergiliyor. Çok hoş bir ahşap merdiveni, duvar ve tavan süslemeleri var. Müzede sergilenen eşyalar beşe ayrılıyor;

-         
       Mineli galeri
-         Kristal galeri
-          Sedefli Galeri
-          Altın Galeri
-          Lapis Galeri

Sırada Ulusal Mücevher Müzesi var, içeriye ne cep telefonu, ne fotoğraf makinası girebiliyor. Girişten aldığımız CDleri mihmandarımıza emanet etmek zorunda kaldık. Tam olarak yer altında bir kasa ve içindekilerle muhteşem! Benim gibi yakut ve lapis seviyorsanız da alasını görebiliyorsunuz. Genel bilgiye gelince;  İslam Devrimi öncesinde “Kraliyet Mücevherleri Müzesi” olarak anılan müze 1937’de kurulmuş. Günümüzün uzmanlarına göre bu müzede sergilenen hazine bütün olarak dünyanın en zengin ve en değerli koleksiyonu.


İran hükümdarları tarafından, gereğinde uğruna savaşılarak toplanan bu hazinenin tarihi de oldukça uzun. Daha önce toplanmaya başlamış olsa bile resmi kayıtlarda başlangıcı Safevi dönemi olarak belirtiliyor. Bu dönemin hükümdarları Hindistan’a, Osmanlı İmparatorluğu’na, Fransa’ya ve İtalya’ya temsilciler göndererek değerli mücevherleri o dönemde başkent olan İsfahan’a getirmişlerdir. Afgan saldırıları sırasında Hindistan’a kaçırılan hazine Nadir Şah tarafından para karşılığı geri alınmıştır. Bugünkü müze 1956’da kurulmuş. Beş yıl sonra Merkez Bankası kurulunca hazine bankaya devrilmiş.

-              Işık Denizi : 182 karat, dünyanın en büyük pembe elması. 25mm genişliğinde, 10mm kalınlığında ve 38 mm uzunluğunda bir yüzünde Fatih Ali Şah’ın adı yazıyor.
-               Nadir Şah’a ait sorguç : üzerindeki taşların toplamı 781 kırat
-      Nasuriddin Şah için yapılan eşsiz dünya : Çerçevesi ve ayaklığı altın. 34 kg ağırlığındaki altın 34 kg ağırlığındaki dünya toplam 18200 kıratlık 51366 değerli taşla bezenmiş, karalar elmas, yakut, denizler zümrütle gösterilmiş.  

Ve işte geldik beni de bir sürprizin beklediği canım Gülistan Sarayı’na. Öğlen güneşinde fotoğrafları öyle bir patlatmışım ki üzülmedim desem yalan olur. Olduğu kadar... 



Kaçar Hanedanı dönemine ait bu saray, Pehlevi Hanedanı döneminde resmi törenler ve yabancı heyetlerin üyelerinin ikameti için kullanılmış. Sarayda, Şems-ül İmare, Selam Salonu, Ayna Salonu, Taht-ı Mermer, Ebyez Sarayı gibi kısımları var. Gene fotoğraf makinası, telefon  alınmayan aynalı salon muhteşem yerlerden biri. Aynaların görkemi arttırması için mi kullanıldığını sorduğumda ışığa tapınmadan kaynaklandığını öğreniyorum. Aynalar tahtın olduğu girişte, içeride hep kullanılmış. Hatta Niavaran’da da büyük salonda vardı doğru hatırlıyorsam.


Ve işte girişteki tahtın üzerindeki duvarlardaki resimlerden, iyice bakın derim özellikle kadının kıyafetine! Aşağıda da dekolte abartılmış değil mi? Olabilir diyeceksiniz. Aklıma Şafak Pavey’in kitabında  okuduğum kısım geliyor.

İran’dan giderken nü tabloları gümrükten nasıl çıkaracağı ile ilgili sorun olmuş. Adam merak etmemesini söyleyerek porselen fincan takımına nasıl iç çamaşırı diktiklerini anlatmış. O zaman yok artık deyip yayınlamıştım face’de. 


 Hz. İsaşokumdan sonra figürlere bakarken “bunlar nasıl böyle kaldı peki?” dedim. Zamanında kapatılmış mıydı? Öyle olsa söylenirdi bize sanırım. Kıyıda köşede kalanlara mı dokunmuyorlardı. Yoo burası ziyaretçisi çok olan bir müze gördüğüm kadarıyla, üstelik daha sonraki başka müzede de bu şekilde fazla dekolteli hatta çıplak figürlere rastladık! Kusura bakmayın benim kafam almıyor, onca acıdan sonra bunu yobazlık ve tutuculuk arasındaki fark, tarihe saygı olarak mı açıklayacağız bilemedim! Bana göre bu ciddi bir ikilem, anlayan varsa bana da anlatabilir mi mollaların bu tavrını?

Ah İran ne çok sürprizin varmış benim için, sonrasında iyi ki gitmişim, görmüşüm diyeceğim ne çok şey! Tamam bu kadar yeter kafa karışıklığı hadi AAlighapou’ya gidelim nam-ı diğer “Ali Kapı”.

10 yorum:

  1. Harikasından. Kesin edeceğim kitapları.

    Hevesle bekleyen anne

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. : ) okuduğun, yorum yaptığın bi de üstüne hoşuna gittiği için ben teşekkür ederim canım öpüyorum

      Sil
  2. Cok güzel ama, yorum katmadan anlatsaniz keske. Benim iran li arkadasimin anne ve babasi onu Berln'e ziyarete gelmislerdi. Apartmanin bahcesindeki cocuk parkinda torunlarinin yaninda görünce gözlerime inanamistim. Bizim bildigimiz eski Istanbul hanimefendisi ve beyefendisi gibi giyinmislerdi. Geyet zarif ölcülü, beyefendi takim elbisesinde, anne diz boyunda etek, küt sacli, hafif pembe ruju vardi. O insanlar icin bu baskici rejimin altinda yasamak zor, ama insan herseye alisiyor. Evde veya özel toplantilarda farkli, sokakta ya da resmi yerlerde farkli giyiniyorlar.Turist olarak gittiginizde bu farki görmeniz zor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ben de onu anlatmaya çalışıyorum yazılarımın bütününde Almanya'dan algısını bilmiyorum ama Türkiye'de İran algısı çok farklı gitmesem bunu anlayamazdım mesela kaldığımız otelde Tahran'da düğünde gelin başı açık dekolteli idi diğer davetliler gibi... özellikle Kuzey Tahran daha da başka biz tam olarak görmesek de ...

      Sil
  3. Mine'ciğim ne iyi etmişsin İran'a gitmekle. Benim de listemin başında hep. Geçen kış bir arkadaşımla bilet bile aldık, şöyle bir hafta İsfahan, Yezd ve Şiraz gezecektik, o ayağını kırınca son anda iptal ettik. Ben gitsem de olurmuş gerçi ama...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. daha sonra bahsedeceğim tek başına gelmiş bisikletli bir çocuk vardı Slovenya Türkiye üzerinden glemiş orada bisikletle geziyordu küçücük ne bileyim belki de iki kişi gitmek daha mı iyi olur bilemedim

      Sil
  4. Benimde burda Almanca kursunda tanidigim Iran`li bayanlar vardi, iltica etmisler ama hepsinin ikser ücer dilleri ve süper meslekleri vardi,cok kültürlü olmalari benide sasirtmisti,ben bilmiyordum ama okuma orani yüksekmis Iran`da,yanliz pek kimseyle temasa gecmiyor,biraz kendi milletleriyle yakinlik kurmaya özen gösterdiler ama ressam olan bi tanesinin sohbeti iyiydi,bize hayatini anlatmisti,yaklasik 12 yil oldu...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. o insanların ülkelerinde kaldıklarını düşünsenize belki de bambaşka şeyler olurdu orada bugün : (

      Sil
  5. bence gercekten cok akici ve bir o kadar dikkat cekici anlatimlariniz,ben olsam farkedermiydim ama o kadinlari farketmeniz süper! cok sasirdim!

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...