"Suretleri Olmayan Bir
Trajedi
Friedrich Nietzche'nin trajedisi
tek kişilik bir oyundur; Bu trajedi, yaşamın kısa süren sahnesinde ondan başka
hiç kimseye rol vermiyor. Sahneye çığ gibi düşen her bir perdede, yalnızlık
içinde mücadele eden bu adam hep tek başınadır. Ona destek veren birileri
yoktur, ona karşı koyan birileri de yoktur, o gerilimli ortamı varlığının
hoşluğuyla dindiren bir kadın da yoktur yanında. Her hareket sadece ondan
çıkıyor ve geri dönerek sadece ona yükleniyor:
İlk başlarda az sayıda suret,
gölgesinde sahneye çıkıyor olsa da, bu gözüpek girişime şaşkınlık ve ürküntü
içinde suskun hareketleriyle sadece eşlik ediyorlar ama sonrasında tehlikeden
uzaklaşır gibi, giderek geri çekiliyorlar. Tek bir insan dahi bu alınyazısının
çizdiği çemberin içine girmeye, hatta ona yaklaşmaya cesaret edemiyor.
Nietzsche hep kendi başına konuşuyor, kendi başına mücadele ediyor ve kendi
başına ızdırap çekiyor. Kimseyle konuşmuyor, ona cevap veren de yok. Asıl
dehşet verici olan ise: Kimse onu dinlemiyor."
Stefan Zweig'ın çok sevdiğim
uslubuna rağmen ilk bölümden sonra bir kenara koydum bu kitabı. Üniversitede
olsam çoktan silip süpürmüştüm belki de sayfaları. Hatta güzel bir Nietzche'ye
giriş kitabı bile olabilirdi. Gerçekten öyle mi bilmiyorum. İşin aslı bu kadar
acı çeken bir adamın yazdıkları beni yoruyor.Zihnimde gerçekte yaşadıkları ve
yazdıkları birleştiğinde hele ... Aynı şey Van Gogh için de öyle maalesef.
Yaşarken çekilen onca acıya rağmen öldükten sonra iz bırakan olmak! Hangisini
tercih edersiniz sahi? Kişisel tarihimde zor bir dönem ve içimi bu kadar
şişiren bir kitap yazarına ve anlattığı kişiye rağmen daha sonraya kalanlar
arasında artık. Bir süredir kendime böyle bir hak tanıdım. Hayata dair bir 48
senem olup olmayacağı belli değilse bu kadar zorlamamalı insan kendini en
azından okuduklarında...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder