İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra
doğanların özgürlük arayışıyla bir hareket başlattığı düşünülür, 60’ların
ortalarında… Dünyada gençler her konuda özgürlüğün peşine düşerken Türkiye’ye
yansıması daha farklı olur bu hareketin. Komünist olarak damgalanan gençler,
özgür işçi sınıfından, özgür dünyadan bahseder, bunun için çalışır, köylüyü
eğitmek isterler. Türkiye’nin koşullarından olsa gerek, aşk ve devrim ikiye
ayrılır. Cinsiyet ortadan kalkar devrimci için, kadınlar, arkadaşları bacıdır sadece.
Canlar yanar, ocaklar söner, bitmeyen
travmalarıyla gencecik insanlar, ağlayan analar kalır geride… Sonunda çatır
çatır kapitalizm kazanır. Temelde, devrim taraftarıdır herkes. Hep bir şeyleri
işçilere, köylülere öğretme taraftarı… Es geçilen şeyse aile, kadın erkek
ilişkileridir. İletişimse en yakınıyla kurulması gerekmez mi? Onları ikna
etseler çok kolay yol almazlar mıydı? Bu da okuduğum başka bir görüş! O döneme
dair sadece uçuşan fikirler, olanları anlamaktan öteye geçmeyen yorumlar
yapabilirim kendi adıma?
Gürsel Korat, Kapadokya’ya dair
yazdığı romanlarla gönlümüze taht kurmuştu. Fazla işlenmemiş bir döneme dair
farkındalığımı arttırırken, gerek kurgusu gerek oluşturduğu dillerle bakış
açımızı da yenilemişti. Ay Şarkısı’yla 80 darbesi ve onun bir 1o yıl kadar
öncesinde olanlara gidip geliyoruz. Kurgu yine çok iyi, üstelik ilk yazdığı
roman. Zaman içerisinde değiştirdiğini, dilini yumuşattığını söylese de merakla
heyecanla ve maalesef iç burukluğuyla okuyorsunuz. Aklınızın bir köşesinde
kurulmamış ilişkiler, hesaplaşmalar, cezaevinde geçen gülümseyerek, belki de
şaşırarak okuduğunuz kedi yargılması, ömürlerinin en güzel çağını demir parmaklıklar
arasında geçirmek zorunda olan pırıl pırıl gençler…
Ergenlikle birlikte gençler,
isyan etmeye başlıyor. Sisteme, paşa babaya, adaletsizliğe… Ve fazla düşünmeden
kalabalıklara karışıyorlar belki de… 80 darbesi sonrası Semih Vardar gibi
ikiyüzlü, başarılı hayatlarına dönenlere ne demeli? Bu konular gerçekten
konuşmakla, yazmakla bitmez. Hele de benim gibi yaşamayıp, uzaktan yorum
yapmaya çalışıyorsanız… Ay Şarkısı, döneme dair yazılmış iyi bir roman, merakla
okunan…
“Kemal, bağırmadan, herkes sözüme
kulak kabartsın der gibi sakin sakin konuşmaya başladı: “Küçükken nefes alıp
vermemizden ötürü bir gün dünyamızın havasız kalacağını sanırdım. Elbette o
zamanlar ormanların ne işe yaradığını bilmezdim. Küçücüktüm, çevremde o kadar
çok, ‘eskiden bu şehir şu kadardı’ lafı konuşulurdu ki, bir gün bütün dünyanın
gecekondularla dolacağı aklımdan geçerdi.
Oysa bugün hiç de yaşlı değilim
ama insan ömrünün çeyreği kadar kısa bir sürede bütün dünyanın nefessiz
kaldığını gördüm. Dünya apartmanlarla doldu. Neden? Bir sürü ipe sapa gelmez ‘zorunluluklar’
yüzünden! Hep başkalarının yaşama hakkını ve yaşama alanını yok eden bir
mantıkla yaşıyoruz. ‘Bunu böyle yapmak gerek’ diyorlar ve bir sürü de ‘haklı’
gerekçeler sayıyorlar: Fabrikaları denizlerin kenarına kurmak zorundayız, çok
fazla üretmek ve kar elde etmek zorundayız… Kendi kendime soruyorum: Dünyayı
çöplük haline getirmek zorunda mıyız? Acaba düşmanları susturmak zorunda mıyız?
Hele hele, kimseye işkence etmemiş, barış dolu, sevecen bir kediyi öldürmek
zorunda mıyız”? Sayfa 186
Arka Kapak
“Aşk dolu bir geceden sonra
aklımızda kalan tek şey ne kadar sevildiğimizdir, oysa aklımıza ne kadar
sevdiğimiz gelse aşka inanabilirdim.”
Geçmişi acısıyla ve gülünç
yanlarıyla ironi içinde anlatan bir roman Ay Şarkısı. Cezaevinde tek tip giysi
direnişi, kedisever bir binbaşı, isteklerini kabul ettirmek için binbaşının
kedisini rehin alan mahkumların komik yargılama süreci. Ve aşk; her koşulda
yeşeren, yeşerebilen… Gürsel Korat, en acımasız koşullarda bile mizaha yer
veren bir incelikle yansıtıyor 80’lerin Türkiye’sini; ezilenle ezenin, aşkla
kızgınlığın, sadakatle ihanetin hızla yer değiştirdiği insan hallerini.
Koğuşta heyecan vardı. İnsanı
coşturacağı akla bile gelmeyen bir sevinç haliydi bu. Yaratıcılık ve eğlence
dolu. Çocuksu. Kediyi kaçırıp rehin almak herkese bir şeyler esinliyordu. Kimileri
“hiç vermeyelim” diyor, kimileri onu köpek gibi bağlamaktan söz ediyordu… Hasan’ın
“Kediyi yargılasak nasıl olur?” demesi, bu komik heyecanı oyuna dönüştürdü.
Durum o anda herkese kendi içinde iki kere gülünç göründü. Tutuklular
tutuklayan olacaklarını ve üstelik yaşamlarında ilk kez çocukça bir eylem
yapacaklarını sezerek şaşırdılar.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder