Anadolu’yu öğrenirken bu muhteşem
toprağın her bir karışında saklı bilgiyle büyülenmemek elde mi? Anadolu derken
dinler tarihi derken Ortadoğu derken hiç bitmeyecek bir koşuşturma sürüklüyor
beni peşinden… Her kafadan bir ses çıkan, gücü ele geçirenin daha önce ettiği
sevgi sözlerini çarçabuk unuttuğu bir coğrafya burası. Bu durum yalnız bu
coğrafyaya özgü değil biliyorum, tüm dünyada en ufak bir umut doğduğunda güce
doğru, kaçınılmaz sonlara doğru
gidiliyor. İnsan doğası bu demek ne kadar acı. Herkesin özgürlük, iyi, doğru
adına yapıyorum dediği şey gün gelip çöküverdiğinde ne ölen onca insan geri
geliyor ne de o insanların ardında kalan enkazlar…
Kavim’le heyecanlı bir labirente
giriyorum. Bir cinayetle başlayan, ipuçlarının birbirini takip ettiği umulmadık
bir sonla taçlandırılan bir labirent bu. Girişinde bir ölü, yanı başında açık
ve altı çizilmiş bir kutsal kitabın olduğu … Bize öğretilen, bugüne kadar
bildiğim her şeyi “neredeyse” sil baştan yaptım dinler tarihi okurken. Kesin
bilgiler dışında Hz İsa’nın yaşadığının tam olarak ispat edilemiyor oluşuna
kadar ilerleyen bilgiler.
Dinlere dair okumalarda,
Hıristiyanlıkla Museviliğin birbirine zıt kuralları ya da söylemleri
dikkatinizi çekmiş olabilir. Sünnetten tutun resimde serbestliğe, mezarlıklardan
tutun kimi inanışlara kadar kimi zıtlıklar değişik geliyor bana. Hz İsa’nın
Yahudi olarak doğduğu bir gerçek. Bu kitapta örnek bir Yahudi olarak insanlara
10 Emir’e uymaları gerektiğini anlatmaya çalıştığından bahsediliyor. Bu durumda
Yahudilierin beklediği Mehdi İsa mıydı? Eğer bu kabul edilecek olursa ne
olurdu? Öte yandan Hıristiyanlar, Hz İsa’nın Yahudiler tarafından öldürülmesine
çok kızıp, onlara düşmandırlar. Peki bu tarih boyunca Yahudilerin sürekli
olarak bir yerlerden gönderilme halini açıklar mı?
Evet İncil, Hz İsa’dan sonra
yazıldı. Yani vahiy yoluyla değil. Bu noktada Tarsus’ta doğmuş, Antakya’ya
yerleşmiş Pavlus devreye giriyor. Kutsal kitapta da adı geçen Pavlus. Ahmet
Ümit, Hıristiyanlığın Pavlus tarafından oluşturulduğu teorisi üzerinde duruyor.
Hz İsa’nın gerildiği haç üzerine kurduğu bir dinden bahsediyor. Haç, paganların
su, hava, toprak, ateş dörtlüsünü ifade ederken devamı geliyor. Sonra Süryaniler geliyor. Barışı ilke olarak
kabul etmiş, Hıristiyanlığı ilk olarak kabul ettiği söylenen halk. Bu konuyla
ilgilenenler için doyurucu bilginin olduğunu düşünüyorum kitapta. Öte yandan
Türkiye’nin yakın geçmişine doğru uzanan yelpazeyle genişleyen bir kurgu. Okuduğum
romanların bir yandan bilgi verirken diğer yandan hoş kurguyla süslenmiş
olmasına bayılıyorum. Kavim öyle bir kitap, tavsiye edeceğim…
Arka Kapak
Göğsünde haç saplı bıçakla
öldürülmüş bir adam. Adamın kanıyla satırları çizilmiş bir İncil. İstanbul’dan
Anadolu’nun derinliklerine, kadim dinlerin kadim kiliselerine bir yolculuk.
Hıristiyanlığın bu topraklardaki kökleriyle yüzleşme. Kavimler bahçesi olan
ülkemizin tükenmeye yüz tutmuş kültürlerine bir saygı duruşu… Süryaniler,
Nusayriler, Rumlar, Türkler, Kürtler ve bu toprakları ülke yapan halklar…
Ülkemiz kültürüyle bezeli, merakla okunan bir roman…
“Genzini yakan bir koku uyandırdı
onu. Bu kokuyu tanıyordu. Yıllarca kapalı kalmış bir kilisenin kokusuydu.
Kilisede yakılan kandillerin, ufalanan taşların, eriyen mermerin, çürüyen
ahşabın, yıpranmış sayfaların, küflenen cesetlerin kokusu. Dehşete düşmesi
gerekirdi ama sadece çevresine bakındı. Usulca kımıldayan siyah bir leke gördü.
Biçimsiz, belirsiz bir leke… Simsiyah bir silüet… Gülümsedi lekeye.
‘Mor Gabriel’ diye mırıldandı.
Leke yaklaştı, yaklaşınca insan
cismine bürünüverdi. Siyahlar içinde bir insan. O insan başucuna geldi,
kulağına fısıldadı:
‘Beni tanıdın mı?’
‘Mor GAbriel’ diye mırıldandı
yine. Ağzından Mor Gabriel sözcükleri dökülürken müziği duydu; derinden, çok
derinden gelen bir ayin müziği. Bilmediği bir dilde yinelenen tutkulu bir
mırıltı, kendinden geçmiş birinin söylediği bir tekerleme. Aynı anda haçı fark
etti. Gümüşten bir haç. Adam haçı elinde mi taşıyordu, yoksa göğsünde mi,
anlamaya çalışırken, boşluğu ikiye bölen bir parıltı yandı söndü. Bir acı
hissetti. Parıltı yeniden yandı söndü, acı kayboldu, bütün bedenine bir
rahatlık yayıldı.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder