Devlet okulunda okuyan altıncı
sınıflardan minik bir kızımla sohbet ediyordum geçenlerde. Türkiye’nin
komşularını sordum, epey düşündü ve Hindistan cevabını verdi. İçim cız ederek,
Hindistan dizilerinin birtakım kanallarda revaç olmasına bağladım bu durumu. Altıncı
sınıfta ve Türkiye’nin dünya üzerindeki yerinden habersiz bir çocukla konuşuyor
olduğum gerçeği çok ağırdı öte yandan…
Çocukluğumda sürekli olarak
İran-Irak savaşı vardı. Sürekli vardı ve hep sürecek gibi normalleşmişti
zihnimde. Büyüdükçe nedenleri, nasılları, 1979-1980 döneminde bölgedeki keskin
değişimleri yorumlamayı da öğrendim. 90’larda üniversitedeyken Irak yeni
savaşların içindeydi. Ortadoğu’dan bahsediyorduk, sürekli kanayan bir yaradan… Medeniyetlerin,
petrolün, dinlerin ve ille de savaşların sürekliliğinin olduğu bir
coğrafyadan...
“1970’lerin başında, Batı petrol
ambargosuyla mücadele ederken, bizim millileştirilmiş petrol kartelimize
petrodolarlar yağıyordu. Irak dinarının değeri yükseldi, çamurdan yapılma
evlerden oluşan köyler elektrikle aydınlatıldı, modern okullar, hastaneler
mantar gibi yayıldı, Japon arabaları yeni otobanlarda hız yaptı ve biz yaz
tatilindeyken ofis binaları yükseldi. Iraklı öğrenciler devlet bursuyla yabancı
memleketlere gönderildi ve Saddam’ın sosyalist temelli Baas Partisi cehaletle
savaşmak (ve ideolojisini yaymak) için muazzam bir zorunlu okuma yazma
seferberliği başlattı. Okuma yazmayı o kadar çok insana o kadar hızlı bir biçimde
öğretti ki kalkınmakta olan dünyaya model oluşturarak UNESCO ödülünü aldı. Irak’a
inanmanın heba nasıl heba edildiğini ya da annemle babamın kuşağının bu işlerin
bir bedeli olmadığına nasıl kandıkları üzerinde de durmamaya çalışacağım.”
Sh.16
Yukarıdaki paragrafa
anlatılanlara göre, Saddam’ın sosyalist bir partiden ülkesi yararına neler
yapabildiğine inanabiliyor musunuz? Taa ki iktadara gelinceye kadar. ’79 da
Humeyni bir oyunla gelirken gene ’79 da Saddam iktidarı devralıyordu. Türkiye’de
yakın tarihte olan değişim malum. Ve savaş… Halkı sömürerek, tehlike altında
olduklarına inandırarak başlatılan savaş!
Zainab Salbi’nin anlattıklarıyla
bir döneme, bir dönem iktidarının halkı sömürmesine, ezmesine, yok etmesine
tanıklık ediyoruz. Aydın, entelektüel, özgür ve politikadan uzak yaşadığını
düşünen kesime kendini zorla kabul ettirerek, ortaya çıkan bir diktatör ve
yaptıkları... Öyle çok şey var ki söylenecek, nereden başlanacağını bilemiyor
insan. Hayat güzel giderken hep böyle olacağını düşünürüz, olup bitene fazla da
dikkat etmeden. Evet katillerin çoğu çocukluğunda, geçmişinde ezilmiş, şiddet,
taciz görmüşlerden çıkar. Ama tüm bu olanlar, iktidar ele geçirilince
yapılanları açıklar mı? Nasıl bir kandırmadır bu ülkenin refah düzeyi
yükselirken birden kafese hatta mezara sokmaya başlamak… Ve nasıl bir ruh
halidir, demir parmaklıklar içindeyken bile kuşların çiftleşmesinden tahrik
olmak ve çıkınca önüne gelen tüm kadınlara tecavüz etmek, hayatlarını
karartmak, nasıl bir erkeklik ispat halidir tüm dünyadaki savaş alanlarına
yayılmış!
Genç bir kızın saraylardan birine
girerken kapılardaki altın işlemelere bakıp, bunların kadınlardan toplanan
altınların eritilerek yapıldığını fark etmesi anı! Ailelerin yalnızca altınlarından
öte ruhlarının alınması. Bir diktatörün başardığı en önemli şey bu mudur?
İnsanların kişiliklerini yerle bir ederek yaşamalarını sağlamak.
Zeynep, kendi hikayesinden yola
çıkarak, ülkesinde olanları, yaşadıklarını büyük bir açık yüreklilikle
anlatmış. Anne babasının nedenlerini anlamaya çalışarak, onlarla hesaplaşarak,
yaşadığı acıları tedavi etmeye çalışırken içine kapanmak, unutmak yerine,
yardım etmeyi seçerek nasıl büyük
fedakarlıklar da bulunduğuna tanıklık ediyoruz satırlar arasında. Birkaç nesil,
viraneye dönmüş, işgal edilmiş bir ülke… Dedim ya söylenecek çok şey var ama en
iyisi kitap sayfalarına bırakmak kendimizi, dehşet içinde okumak, öğrenmek ve
farketmek için …
“Yine kabaran nehre baktım ve
Saddam’dan kurtulmuş havayı içime çektim. Martıların kil rengi suyun üzerine
bıraktıkları gölgeleri izledim ve bizim yaptığımız seçimlerin hiç de kolay
şeyler olmadığını kendime hatırlattım. Amo, balıklara ona ait göllerde
yüzmelerini emretmişti. Dicle’yi bir su sızıntısı kadar zayıflatmış, denize
açılan kadim sulak alanları kurutmuştu. Seçim yapma zamanı ne zaman gelir? Eski
zaman peygamberlerinden Hz Hızır ve Hz İlyas’ın türbesinin yakınlarındaki bir
camiden gelen ezan sesini duydum. Nehrin karşı yakasında kayıkçıların yeniden
ortaya çıktığı yerde dünyanın en eski üniversitelerinden birini gördüm.
Sıkıntılı bir öğleden sonrası gökyüzünün arkasında kara bir dumanın
yükseldiğini görebiliyordum. Yeryüzünde kaç şehir ayakta kalabilmek için
çırpınırken neredeyse kendi kendilerini parçalayacak kadar çaresizdi? Kaç
tanesi bu kadar yaşlı olup henüz doğmamıştı? Dicle’nin taze, nemli kokusu beni
çocukluğuma götürdü. Yıllar önce annemin sürmeli gözleriyle balkonda duruşunu
hatırladım. Korkunç şeyler oluyor, anne ama Amo gitti. Doğru şeyleri yapmakla
yanlış şeyler yapmanın buluştuğu bir ara bölge var. Kadınların artık alçal
sesle fısıldaşmak zorunda olmadığı bir bahçe var, biliyorum bunu. Hz Muhammed,
asıl memleketiniz gitmek istediğiniz yerdir, bulunduğunu yer değil, demişti.”
Sh 278
Arka Kapak
“Babası, Saddam Hüseyin’in kişisel
pilotu olduğunda Zainab Salbi (Zeynep Salbi) henüz on bir yaşındaydı. Dünyalar
güzeli annesi Aliye, kızına hayatta kalması için gereken her şeyi öğretmişti.
Yapmacık bir şekilde gülümsemek, her şeye “evet” demek, etrafında tanık olduğu
dehşeti zihnindeki kutularda saklamak. “Hatıralarını silmeyi öğren demişti
annesi, “O adam, insanların gözlerini okur.”
Zainab Salbi kitabında tiranlığı
aynen gördüğü gibi anlatıyor-ayrıcalıklı bir çocuğun, asi bir ergenin, zorla
evlendirilmiş genç bir kızın ve hayatta kalmasını sağlayan sessizliğin
üstesinden gelmeye çalışan bir kadının gözlerinden.
Diktatörlüğün Gölgesinde merak
uyandırıcı bir arayışın hikayesini anlatıyor. İktidar, korku, erkek baskısı
gibi evrensel temaları derinlemesine irdeleyip bir neslin kendinden önce
gelenlere yönelttiği “Bunun olmasına nasıl izin verebildiniz?” sorusunun
yanıtlarını arıyor.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder