19 Eylül 2017 Salı

Doğu’nun Limanları – Amin Maalouf


İlk defa bir kitabı elime aldığımda, başka bir romana başlıyormuşum gibi hissettim. Sanki elimde Kürk Mantolu Madonna vardı ve bir insanın gizlerini takip edecektim. Öte yandan İstanbul, Lübnan, Fransa derken yazarın köklerine dair verdiği ipuçlarını merak ediyordum. Amin Maalouf,  her ne kadar Fransız Akademisi’ne kabul konuşmasında, Lübnan’ın Fransa sömürgesi olduğu dönemi çok üstelemese de farklı bakış açısıyla tarih romanları konusunda çok şey öğrendiklerimdendi.


 “Fransa gerçekten Milletler Cemiyeti adına bir manda gücü olduysa da, bu yalnızca kısa bir dönem, 1918’den 1943’e dek, yalnızca yirmi beş yıl sürdü.”*

Bu bir kibarlık mıydı? Kaldı ki uzun yıllar yaşadığı, diliyle kitaplarını yazdığı, ait hissettiği ülkelerden biri olduğu için Fransa’yı es geçmesini normal kabul edebilirdim.  Ve yukarıdaki cümlenin devamında yazdıklarından, I. François’nın Doğu Hıristiyanlarını korumak adına Osmanlı’ya yaklaşarak, Viyana kuşatmasını tetiklemesi çok ilginç gelmişti. Bu durum o an için tehlike arz etmeyen düşmanla bir nevi işbirliğiydi.

Siyaset, politika ve iktidara dair, en önemlisi de o küçücük Ortadoğu’da akması bir türlü dinmeyen kana dair söylenecek ne çok söz var biliyorum. Ama öncelik geçen yüzyılın başında İstanbul’dan Adana’ya, Lübnan’a ve Paris’e doğru uzanan bir yolculuk olsun. Babası tarafından adı İsyan konulan genç adamın yolculuğu….

İstanbul’da babasının intiharıyla aklını kaybeden genç kızın, kendinden büyük bir doktorla evlenerek güneye Adana’ya gitmesiyle başlar her şey. Ve dünya savaşları yaklaşırken olacakların habercisi isyanlara kadar gider. Bir coğrafyada suküneti, maddiyatın sağladığını düşünüyorum. Yani halk refah içindeyse başkaldırır mı sizce? Haçlı Seferlerinden tutun Dünya Savaşları’na Osmanlı’nın Ortadoğu’da tam hakim olamayışına kadar bir çok konu maddiyatla açıklanabilir. Aksi halde azınlık çoğunluğun tehdidi altındadır her daim. Bunun en kolay kışkırtılma yolu da dinler ya da ırklardan geçer maalesef. Yüzyıllarca süren Yahudi göçlerine, ülkelerden sürülmelerine dair bilgim olsa da Ermenilerle ilgili bildiklerim son birkaç yıla yayılıyor. Özellikle Anadolu’da Ermenilerin konumu, resmi tarihimizde pek de bahsedilmeyen bir konu. Göçlerle, sürgünlerle, ölümlerle sonuçlanan yüzyıllar, kanayan ve bir türlü kan kaybı durdurulamayan bir dünya…

“Evet, kelimenin tam anlamıyla hem Müslüman, hem Yahudi! Babası olarak ben en azından kağıt üzerinde Müslüman’ım; annesi de teorik olarak Yahudi. Bizde din, babadan geçer; Yahudilerde ise anneden. Dolayısıyla Nadya, Müslümanların gözünde Müslüman, Yahudilerin gözünde Yahudi’ydi; kendi gözünde ise ikisinden birinde karar kılabilir ya da hiçbirini seçmeyebilirdi; o ise ikisini birden taşımaya karar vermişti… Evet, ikisini birden ve daha birçok şeyi. Ona kadar inen soy çizgileriyle, Orta Asya’dan, Anadolu’dan, Ukrayna’dan, Arabistan’dan Besarabya’dan Ermenistan’dan, Bavyera’dan geçen fetih ve firar yollarıyla gurur duyuyordu… Kanının damlalarını, ruhunun zerrelerini bölüp parçalamaya hiç niyeti yoktu!” Sh. 157

“Siz sürgünden önce sürülmenin ne demek olduğunu bilen, hiçbir imparatorluğun sonsuz, hiçbir servetin kesin olmadığından emin birine dönüştürmüşler. Bir toprağa aşırı kök salmak ile hiçbir bağın kalıcı olmadığı bilincinin karışımı aslında sizi atanız olmayan o haydut beylere yaklaştırıyor.

‘Dağ’, diyorsunuz ‘ötekilerin olmadığı gibi onların da değildi; oraya sonradan yerleşmişlerdi; yalnızca bir sığınak, çok değerli saygınlıkları için bir mücevher sandığıydı burası; bu nedenle günü gelir, onu kanlarıyla sulayabilirler, ama ertesi gün, hiç hayıflanmadan terk edip gidebilirlerdi.” Sh 38 Fransız Akademisi’ne Kabul Konuşması

Sh.10 Fransız Akademisi’ne Kabul Konuşması – Amin Maalouf

Arka Kapak

“Adana’da ayaklanmalar olmuştu. Ahali, Ermeni mahallesini talan etmişti. Altı yıl sonra çok daha büyük çapta olacakların bir provası. Ama bu kadarı bile korkunçtu. Yüzlerce ölü. Belki de binlerce. Nubar’ınki de dahil, sayısız ev yakılmıştı. Ama Nubar şimdi ender rastlanan Arsione adındaki karısı, on yaşındaki kızları ve dört yaşındaki oğullarıyla birlikte kaçmayı başarmıştı.”


Can çekişen Osmanlı İmparatorluğu ve Beyrut ile Fransa arasında yaşamı sürüklenen İsyan. Doğu’nun Limanları bu yüzyılın başını, bir insanın trajik öyküsünün içinden anlatıyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...