“Yıl 1996. Filistin meselesinin
görüşüldüğü uluslar arası bir toplantıya Türkiye Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel
ve İsrail Başbakanı Şimon Perez katılmışlardır. Şimon Perez kürsüde konuşurken
Süleyman Demirel’e dönerek şu sözleri söyler:
‘Geçenlerde sınırda bir Arap
vatandaşla konuşuyordum. Sorunları nasıl aşarız diye sordum. Bana şöyle dedi:
-Vallahi Beyim, biz Mısır’ın
egemenliğini yapamayız.
-Peki, ne yapalım?
-Sizin de egemenliğinizde
yaşayamayız, çünkü siz Yahudisiniz.
-O halde?
- Vallahi, siz iyisi mi, bizi
Osmanlı’ya bağlayın.’
Yukarıda sözünü ettiğimiz
toplantının yapıldığı 1990’lı yıllarda Filistin adı kan, gözyaşı ve terörle
birlikte anılıyordu. Günümüz dünyasında da Filistin adı kan, gözyaşı ve terörle
birlikte anılıyor.” Sh. IX
Arapların Gözünden Haçlı
Seferlerini okuduğumda, Osmanlı’nın Ortadoğu, Balkanlar gibi sahip olduğu
topraklardaki yönetim biçimiyle nasıl bir birlik ve düzen sağladığını daha iyi
anladım. Yüzyıllarca süren barış ortamında üstelik kimliklerini koruyarak
yaşamıştı bölge halkları. Belki de Osmanlı baskın bir politika uygulamaması hataydı. Güçsüzleşmesiyle birlikte, 19.yy da ortaya çıkan milliyetçilik
akımına karşı koyması zorlaşmıştı.
16.yyda, İspanya’dan gönderilen
Yahudilere sahip çıkan Osmanlı, birkaç yüzyıl sonra Rusya, Romanya ve
Yunanistan’da uğradıkları baskılar sonunda bu ülkeleri terk etmek zorunda
kalanlara da sahip çıkıyordu. Ama bu sefer geçmişte olduğu gibi güçlü değil,
“hasta adam” olarak anılan bir ülke konumundaydı. Ortadoğu ve Balkanlarda
yaşayan halklara sağlanan barışçıl ortam yerini karmaşaya, hesaplara bırakmıştı
çoktan…
19.yy sonlarında ortaya çıkmaya
başlayan milliyetçilik kavramı, din birliğinin önüne geçmeye başlamıştı.
Yahudilerin önce Anadolu’ya yerleşmesi istendi. Nasılsa burada Ermeniler de
sorun çıkarıyorlardı. Bunları öneren ve Yahudilerin tarafında gibi gözüken
İngiltere, göçmenleri yönetimi altındaki Mısır’a almamıştı. Ve bir vatanları olmayan Yahudilerin,
Filistin’e yerleşmelerinin sağlanması için girişimler yapılmaya başlandı.
Yahudi Devleti kurulması uğrunda vazgeçmeden çalışan Theodore Herzl’ın
II.Abdülhamid’le olan yazışmaları, görüşmeleri anlatılıyor bu kitapta.
Abdülhamid, Filistin’in Yahudiler için önemli bir toprak olduğunu bildiği için
burası yerine farklı yerleşim bölgelerini önerdi. Oralara yerleşimi sağladı. Ancak
her türlü yasağa rağmen yerel halk, Yahudilere büyük toprak satışları yaptı,
ziyaret ve ticaret amacıyla gelen Yahudiler de burada kaldılar.
Öte yandan Osmanlı’nın
borçlarının çokluğu nedeniyle, padişah Yahudilerle görüşme kapılarını tam
olarak kapamadı ve borçlar makul seviyeye gelene kadar görüşmeleri sürdürdü.
Abdülhamid’ten sonraysa Filistin’e Yahudi göçünün önüne geçilemedi. Mekke
Şerifi Hüseyin çeşitli vaatlerle kandırılarak Osmanlı’ya karşı ayaklanması
sağlandı. İngilizler ve Fransızlar Ortadoğu’yu paylaşmak için anlaşma
yaptıkları halde buradakiler hala bağımsız Arap ülkesi hayalindeydiler.
Sonrasında İsrail kuruldu. Ortadoğu küçücük devletlere bölündü. Şimdilerde
Anadolu, Araplara kucağını açmış durumda. Savaştan kaçan Araplar, toprak alıp
yerleşen Araplar… Artık şehirlerde bariz bir Arapça talebe ve sokak etkisi
hakim... İnsan ister istemez, Ortadoğu ve Anadolu dengelerinin geleceği ile
ilgili düşünmeden edemiyor…
Arka Kapak
“1890’lı yıllarda Yahudiler,
Rusya başta olmak üzere Romanya ve Yunanistan’da uğradıkları baskılar yüzünden
bu ülkeleri terk etmek zorunda kaldılar. Sığındıkları ilk ülke ise Osmanlı
Devleti oldu. Dönemin Padişahı II. Abdülhamid, insani nedenlerle Yahudilerin
Filistin dışındaki Osmanlı vilayetlerine yerleşmelerine izin verdi. Fakat
Yahudiler ‘vaad edilmiş topraklar’ olarak kabul ettikleri Filistin’e yerleşmek
istiyorlardı. II. Abülhamid’in saltanatı süresince bu konuda yoğun çabalar
harcadılar. Özellikle Rotschild ve Baron Hirsch gibi zengin Yahudiler,
Filistin’de toprak satın alarak buralara göçmen yerleştirmeye çalıştılar. 1896
yılından itibaren ise sahneye Theodore Herzl çıktı. Herzl Filistin’de Yahudiler
için özerk bir devlet oluşturma peşinde idi ve bunun yolunun II. Abdülhamid’i
ikna etmekten geçtiğini düşünüyordu. Bu uğurda beş defa İstanbul’a geldi. Bir
defasında padişahla görüşme imkanı buldu. Herzl’in kafasında, Osmanlı
Devleti’ne bazı mali imkanlar sağlayarak hedefine ulaşmayı sağlayacak izni
koparmak vardı. II. Abdülhamid ise Herzl’in şahsında, Avrupalı alacaklıları
Osmanlı dış borçlarının indirilmesine ikna edecek bir destek bulmuştu. Bütün bu
ilişkiler ağının ne şekilde örülüp nasıl sonuçlandığını elinizdeki kitabı
okuduğunuzda öğrenebileceksiniz.”
siteniz çok güzel paylaşım için teşekkürler, bende beklerim :)
YanıtlaSil