Bir fincan kahve, sevdiğim
kurabiye ve bir kitap. İnsanlar gelip geçiyor önümden. Bir sinema şeridi gibi, koşturan insanları izliyorum bir süre. Koşturan, üşüyen, kavuşan, sigara içen,
bekleyen insanlar… Fonda karlı bir gün. Sinemayla aramın ne zamandır açık
olduğu geliyor aklıma. Sadece birkaç filmini izlediğim bir yönetmenle yola
çıkmak için güzel bir kitap, güzel bir havadan daha iyi ne olabilir diye düşünüyorum.
Ve işte kahveden bir yudum, su gibi akıp giden sayfalarda kaybolmanın keyfi…
İkinci Dünya Savaşı sonrası yani ‘45’lerde
doğanlar, sevgi yoksunluklarıyla ’68 gençliğinin özgür ruhunu ortaya çıkardılar
denir ya hep. Bu özgürlük anlayışı dünyaya yayılırken,‘80’lerde gelişmiş
ülkelerde karşımıza AIDS çıkıyor. Az gelişmiş ülkelerdeyse darbelerden,
devrimlere kısıtlamalarla dolu ortamlar doğuveriyor. Gaza basmış giderken ani
frenle alabora olmak gibi. Sahi dünya hizaya sokulmuş mu oluyor böylece? Romanda
geçen İtalya fonu bana bu cümleleri kurduran…
Ne derseniz deyin bazı insanlar
şanslı doğuyor. Kabul etmeseler de öyle. Maddi gücünüz, yaratıcılığınız bir
yana doğru zamanda doğru yerde olmak bile bir şans belki de .Öte yandan
cesaretse şansı destekleyen nefis bir özellik. Yazarın 70’lerin
ortalarında Türkiye'de neredeyse bir iç savaş varken İtalya’ya gidebilmesi, orada
yaşayabilecek maddi gücünün olması bir yana, kimliğini özgürce yaşaması sadece
şansı değil cesareti de gerektiriyor. Hal böyle olunca ne istediğini bilen,
hayattan zevk alan, rengarenk yaşayan, denemekten vazgeçmeyen cesur bir adamla
karşılaşıyoruz.
Bu cesur ve yaratıcı adam, her pazar
birbirinden aykırı, renkli arkadaşlarıyla yemek yiyor terasta. Bir aileden daha
fazla belki de sıcaklıkları, dürüstlükleri, samimiyetleri… Sokakta gazete
aldığı bayiiyle kurulan aile ilişkisi, AIDS öncesi plaj sohbetleri, eğlenceler,
bambaşka bir ülkedeki hayata tanıklık etmemizi sağlıyor.
Kitabın “sen benim hayatımsın”
mesajıyla başlayan girişi nefis bir aşka tanıklık edeceğimizi fısıldıyor bir
yandan. Kitabın ortalarına doğruysa şüphelenmeye başlıyorsunuz. Ortada ters bir
şeyler mi var diye. Yıllar geçiyor, anılar, gidenler, hatırlananlar film şeridi
gibi anlatılıyor. Yönetmen sürücü koltuğunda göz ucuyla ruh eşine, aşkına
bakıyor, onunla konuşuyor. Evet bir şeyler var diyorsunuz. Var mı gerçekten?
İtiraf ediyorum, hayatta bu kadar
acı, zorunluluk varken pembe sonları seviyorum. Sanat olmuyor mu o zaman
diyorsunuz, varsın öyle olsun diyorum ben de ... Sıcacık sayfalarda sıcacık
ilişkilere tanıklık etmek için iyi bir roman diyorum Sen Benim Hayatımsın için.
Öte yandan yasakların insanları
nasıl birleştirdiğine dair cümleler, uzun süredir aklımda olan ve yasak olan her
konu için söylenebilecek cümleler sanırım;
“Günümüzde, eşcinseller arasına
da zenginle yoksulu, kültürlüyle cahili ayıran ayıran setler çekildi ve tuhaf
olan, bu ayrımların, cinsel özgürlüğün gittikçe yayılmasıyla meydana gelmiş
olmasıdır.
Gerçekten de insanları erotik ve
duygusal zevklerden çok yasaklar birleştiriyor. Yasaklar bittiği anda kentsoylu
oluveriyoruz. Beraberinde bilinen hiyerarşileri getiren bir standartlaşma
süreci başlıyor.
Ama o zamanlar, seksenli yılların başında toplum, parmak
uçlarımızda dolaştığımız bir önyargı ormanıydı. Omuzlarımızda çok fazla tabutun
yükünü taşıyorduk. Buna karşılık, müthiş etkili bir “yardımlaşma kurumu”, sadece
bizim bildiğimiz görünmez ve bizi gizli iplerle birbirimize bağlayarak
desteklerdi.” Sh.120
“Tuhaf ama bunu herkes yapmaz.
Mutluluğu bulunca, onun değerini bilmek herkesin harcı değildir. Karşılaştığın
o insanın, yaşamını değiştireceğini ve onsuz artık hiçbir şeyin anlamı
olmayacağını anlamak kolay değildir.İçimizi açıkça görmemizi engelleyen bu
tuhaf duygusal körlük nedeniyle ne çok fırsat kaçırılır! Dünya, sevmek ve
sevilmek şansına sahip olup, onu yakalamayı bilmeyenlerle ya da o şansı
yakaladıktan sonra boşa harcayarak, ömürlerinin geri aklan bölümünü üzücü
biçimde pişmanlık duyarak geçirenlerle doludur.” Sh.143
“Benim işim, biliyorsun, öykü
anlatmak. Onları yaratmıyorum, sadece yeniden kurguluyorum. Böyle düşünmek
hoşuma gidiyor. Trende kulak kabartılan sohbetleri, kumaş parçalarını, renkli
taşları, gözler açıkken görülen düşleri topluyorum. Sabırlı bir zanaatkar gibi
her yönden dikkatle inceliyorum onları; bağlantı noktalarını, birleşmeleri,
karşıtlıkları, uyumu arıyorum. Böylece tıpkı yaşamın kendisi gibi saçma ve
gerekli konuları işliyorum.” Sh99
Arka Kapak
“Sadece bir yere kök salmayı başardığında
uzaklara gidersin.
Hayatın tüm renklerine tutkuyla
bağlı, hepsi bir diğerinin öyküsüyle beslenen ilginç karakterler: Aktör olmak
isteyen bir santral operatörü, narsist bir trans, yıldızların ihanetine uğramış
bir kasiyer, kleptoman bir prens… Aşk ve dostluğu tüm benlikleriyle olumlayan
bu kahramanların sevgisiyle sarmalanmış ünlü bir yönetmen… Her engelle daha
büyüyen, çılgınca bir aşk… ve Roma…
Ferzan Özpetek’ten gerçek
sevginin gücüne dair, sahici bir kadere başkaldırı romanı.
Çünkü sadece çılgıncasına aşık
olanlar, bir insanı sevmenin ne demek olduğunu bilir. "
uzun zamandır kitap okumuyorum. daha doğrusu okuyacak vakit de pek bulamıyorum. vakti bulsam sabrım da pek olmuyor. kısaca kitap okumuyorum bu aralar, üzülerek... ama şimdi çok özendim çok...
YanıtlaSilsevgiler... ;)
2016 nın okumaya doyamadığınız kitaplarla dolması dileklerimle...
Sil