17 Ocak 2016 Pazar

Sen Benim Hayatımsın - Ferzan Özpetek


Bir fincan kahve, sevdiğim kurabiye ve bir kitap. İnsanlar gelip geçiyor önümden. Bir sinema şeridi gibi, koşturan insanları izliyorum bir süre. Koşturan, üşüyen, kavuşan, sigara içen, bekleyen insanlar… Fonda karlı bir gün. Sinemayla aramın ne zamandır açık olduğu geliyor aklıma. Sadece birkaç filmini izlediğim bir yönetmenle yola çıkmak için güzel bir kitap, güzel bir havadan daha iyi ne olabilir diye düşünüyorum. Ve işte kahveden bir yudum, su gibi akıp giden sayfalarda kaybolmanın keyfi…

İkinci Dünya Savaşı sonrası yani ‘45’lerde doğanlar, sevgi yoksunluklarıyla ’68 gençliğinin özgür ruhunu ortaya çıkardılar denir ya hep. Bu özgürlük anlayışı dünyaya yayılırken,‘80’lerde gelişmiş ülkelerde karşımıza AIDS çıkıyor. Az gelişmiş ülkelerdeyse darbelerden, devrimlere kısıtlamalarla dolu ortamlar doğuveriyor. Gaza basmış giderken ani frenle alabora olmak gibi. Sahi dünya hizaya sokulmuş mu oluyor böylece? Romanda geçen İtalya fonu bana bu cümleleri kurduran…

Ne derseniz deyin bazı insanlar şanslı doğuyor. Kabul etmeseler de öyle. Maddi gücünüz, yaratıcılığınız bir yana doğru zamanda doğru yerde olmak bile bir şans belki de .Öte yandan cesaretse şansı destekleyen nefis bir özellik. Yazarın 70’lerin ortalarında Türkiye'de neredeyse bir iç savaş varken İtalya’ya gidebilmesi, orada yaşayabilecek maddi gücünün olması bir yana, kimliğini özgürce yaşaması sadece şansı değil cesareti de gerektiriyor. Hal böyle olunca ne istediğini bilen, hayattan zevk alan, rengarenk yaşayan, denemekten vazgeçmeyen cesur bir adamla karşılaşıyoruz.

Bu cesur ve yaratıcı adam, her pazar birbirinden aykırı, renkli arkadaşlarıyla yemek yiyor terasta. Bir aileden daha fazla belki de sıcaklıkları, dürüstlükleri, samimiyetleri… Sokakta gazete aldığı bayiiyle kurulan aile ilişkisi, AIDS öncesi plaj sohbetleri, eğlenceler, bambaşka bir ülkedeki hayata tanıklık etmemizi sağlıyor.

Kitabın “sen benim hayatımsın” mesajıyla başlayan girişi nefis bir aşka tanıklık edeceğimizi fısıldıyor bir yandan. Kitabın ortalarına doğruysa şüphelenmeye başlıyorsunuz. Ortada ters bir şeyler mi var diye. Yıllar geçiyor, anılar, gidenler, hatırlananlar film şeridi gibi anlatılıyor. Yönetmen sürücü koltuğunda göz ucuyla ruh eşine, aşkına bakıyor, onunla konuşuyor. Evet bir şeyler var diyorsunuz. Var mı gerçekten?

İtiraf ediyorum, hayatta bu kadar acı, zorunluluk varken pembe sonları seviyorum. Sanat olmuyor mu o zaman diyorsunuz, varsın öyle olsun diyorum ben de ... Sıcacık sayfalarda sıcacık ilişkilere tanıklık etmek için iyi bir roman diyorum Sen Benim Hayatımsın için.

Öte yandan yasakların insanları nasıl birleştirdiğine dair cümleler, uzun süredir aklımda olan ve yasak olan her konu için söylenebilecek cümleler sanırım;

“Günümüzde, eşcinseller arasına da zenginle yoksulu, kültürlüyle cahili ayıran ayıran setler çekildi ve tuhaf olan, bu ayrımların, cinsel özgürlüğün gittikçe yayılmasıyla meydana gelmiş olmasıdır.

Gerçekten de insanları erotik ve duygusal zevklerden çok yasaklar birleştiriyor. Yasaklar bittiği anda kentsoylu oluveriyoruz. Beraberinde bilinen hiyerarşileri getiren bir standartlaşma süreci başlıyor. 

Ama o zamanlar, seksenli yılların başında toplum, parmak uçlarımızda dolaştığımız bir önyargı ormanıydı. Omuzlarımızda çok fazla tabutun yükünü taşıyorduk. Buna karşılık, müthiş etkili bir “yardımlaşma kurumu”, sadece bizim bildiğimiz görünmez ve bizi gizli iplerle birbirimize bağlayarak desteklerdi.” Sh.120

“Tuhaf ama bunu herkes yapmaz. Mutluluğu bulunca, onun değerini bilmek herkesin harcı değildir. Karşılaştığın o insanın, yaşamını değiştireceğini ve onsuz artık hiçbir şeyin anlamı olmayacağını anlamak kolay değildir.İçimizi açıkça görmemizi engelleyen bu tuhaf duygusal körlük nedeniyle ne çok fırsat kaçırılır! Dünya, sevmek ve sevilmek şansına sahip olup, onu yakalamayı bilmeyenlerle ya da o şansı yakaladıktan sonra boşa harcayarak, ömürlerinin geri aklan bölümünü üzücü biçimde pişmanlık duyarak geçirenlerle doludur.” Sh.143

“Benim işim, biliyorsun, öykü anlatmak. Onları yaratmıyorum, sadece yeniden kurguluyorum. Böyle düşünmek hoşuma gidiyor. Trende kulak kabartılan sohbetleri, kumaş parçalarını, renkli taşları, gözler açıkken görülen düşleri topluyorum. Sabırlı bir zanaatkar gibi her yönden dikkatle inceliyorum onları; bağlantı noktalarını, birleşmeleri, karşıtlıkları, uyumu arıyorum. Böylece tıpkı yaşamın kendisi gibi saçma ve gerekli konuları işliyorum.” Sh99


Arka Kapak

 “Sadece bir yere kök salmayı başardığında uzaklara gidersin.

Hayatın tüm renklerine tutkuyla bağlı, hepsi bir diğerinin öyküsüyle beslenen ilginç karakterler: Aktör olmak isteyen bir santral operatörü, narsist bir trans, yıldızların ihanetine uğramış bir kasiyer, kleptoman bir prens… Aşk ve dostluğu tüm benlikleriyle olumlayan bu kahramanların sevgisiyle sarmalanmış ünlü bir yönetmen… Her engelle daha büyüyen, çılgınca bir aşk… ve Roma…

Ferzan Özpetek’ten gerçek sevginin gücüne dair, sahici bir kadere başkaldırı romanı.


Çünkü sadece çılgıncasına aşık olanlar, bir insanı sevmenin ne demek olduğunu bilir. "

2 yorum:

  1. uzun zamandır kitap okumuyorum. daha doğrusu okuyacak vakit de pek bulamıyorum. vakti bulsam sabrım da pek olmuyor. kısaca kitap okumuyorum bu aralar, üzülerek... ama şimdi çok özendim çok...

    sevgiler... ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. 2016 nın okumaya doyamadığınız kitaplarla dolması dileklerimle...

      Sil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...