Okulda başarılı olamayan çocuğa ailesinin
nasıl davranması gerektiğini ya da nasıl davrandığını düşünmüş ve izlemişimdir
zaman zaman. Ders alabilmesi için sene kaybetmesini göze almak ya da diller
döküp kurslara göndermek, özel dersler aldırmak yani hem maddi hem manevi çok
çabalamak... Hele de ergenliğe adım atan bir çocuğunuz varsa… Bir ders alıp,
davranışını değiştirmesi için sene kaybından yana olduğum zamanlarda psikolojik
sonuçların ucunun açık olması apayrı bir konu olarak düşündürür.
Aziz Nesin’in 13 yaşına kadar olan
hayatını anlattığı Yol kitabı yani özyaşamöyküsünün birinci cildini bir nefeste
okuyup bitirdikten sonra merakla ikinci cilde başladım. 1915 doğumlu olan bir
çocuğun Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı yıllarında geçen çok ama çok yoksul ve
yalnız çocukluğunun sızısı içimde hayata nasıl devam ettiğini merak ederek
hızla okudum ikinci cildi de. Darüşşafaka’ya büyük bir şans eseri giren küçücük
bir çocuğun babası olmadığı yalanına takılıp kalması, her an gerçeğin ortaya
çıkacağı korkusuna bir de kendisiyle alay eden arkadaşları eklenince başlayan okuldan
kaçmaların sonu maalesef okuldan atılmak olmuş. Okurken o dönemde çocuk
psikolojisine dair hiçbir şey bilinmediğini, böylesine zeki bir çocuğa nasıl
yazık edildiğini farketmek de ayrıca üzüyor insanı.
Öte yandan ana babasının bir kere
bile ona kızmadığını, hep tatlılıkla yaklaştıklarını okumak ayrıca şaşırtıyor.Anacığının
ölürken çocuğunun yatılı okulda olduğu için içinin rahat olduğunu söylemesi küçük
Mehmet Nusret’in hayatta en büyük itici gücü. Arkadaşlarının zoruyla askeri
okula girmese nasıl okuyacağına dair fikri olmayan yazar, burada hem dersler hem
de ilişkiler konusunda zekası sayesinde çok başarılı oluyor.
İşin aslı mesela ortaokulda sınıf
başkanı olmama rağmen O’nun kadar detay hatırlayamadığıma şaşırıyorum ki buna ilk cildi 50li ikinci
cildiyse 60lı yaşlarda yazdığı eklendiğinde Aziz Nesin’in zekasına tekrar
tekrar hayran oluyorum.
İkinci ciltte yani Yokuşun Başı’nda
askeri okul öğretmenlerini o kadar çok anlatmış ki bu o döneme, Kurtuluş Savaşı
sonrası o dönemin ruhuna dair çok şey anlatsa da biraz yoruyor. Daha sonra bunu
bilinçli olarak yaptığını okuyorum. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün de ilk
istikbal fikirlerini bir hocasından aldığına dair konuşmasını yazarak kendi
günlüğünden aşağıdaki paragrafları almış kitabına;
“Anılarımı daha çok yaşadığım
çağda toplumumuzun durumunu, geçirdiği aşamaları anlatmak için yazıyorum.
Anılarımda kendimi öne geçirmek istemedim. Kendimi, ilişkilerimle birlikte
toplumu canlı olarak vermek istediğim için anlattım. Bu amaçla yazdığım
anılarımın birinci cildi, bir ana destanı olsun istiyordum. İstiyorum demem de
doğru değil, yaşamımda bu kendiliğinden böyleydi. Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in
birinci cildi, yavaş yavaş yükselen bir acı haykırışın, sesin doruğunda
tükenişidir.
Böyle Gelmiş Böyle Gitmez’in
ikinci cildi de bir öğretmenler destanı olsun istiyorum. Çünkü gerçek
yaşamımda
da böyleydi. Bu yüzden ikinci cilt, birincisinin tersine bir çizgide olacak. Birinci
cilt nasıl bir acı haykırışın, sesin son doruğunda tükenişiyse, ikinci cilt de,
bunun tersine, tıpkı yaşamımda olduğu gibi acıların gittikçe azalarak sevince
dönüşmesi; sevincin, mutluluğun doruğuna ulaşması olmalıdır.” Sayfa 383
Bazı toplumsal yaraları anlatıp
anlatmama konusunda epey kafa yoran, sonrasında bazı şeylerin ortaya çıkmasının,
tekrar yaşanmalarını engellenmesine yarayacağına dair düşünceleriyle kaleme
alan yazarın bakışını yavaş yavaş toplumsal bilince doğru çevirişine tanık
oluyoruz ikinci cildin sonuna doğru… Bir nefeste bitirdiğim ikinci cildin
etkisiyleyim hala. O döneme dair düşünceler kafamda. Daha önce de yazdığım gibi
öyle çok ileri geri konuşma oluyor ki o döneme dair, gerçekten yaşayan birinden
okumak çok kıymetli benim için! Üçüncü cilt önümde… İlk cildin kapağındaki çıplak
ayak ikinci ciltte yerini ayakkabılı ayağa bırakıyor. Üçüncü ciltteyse …
Arka Kapak;
“Babam
Dünyaların en iyi babası benim
babamdır
Düşmandır düşüncelerimiz
Dosttur ellerimiz
Dünyada tek elini öptüğüm
Babamdır
Kırkını geçtin adam olmadın der
Başım önümde dinlerim
Önünde tek baş eğdiğim babamdır
Sabahlara dek Kur’an okur
Ananım ruhuna
İnanır ona kavuşacağına
Bana gavur der
diş bilemeden
Dünyada tek bağışladığı ben
Tek bağışladığım odur”
Okumadım ama okumak isterim. Sevgiler
YanıtlaSilkesinlikle tavsiye ederim sevgiler
Sil