22 Mayıs 2015 Cuma

Yol Böyle Gelmiş Böyle Gitmez -1 Özyaşamöyküsü - Aziz Nesin


“Bütün anneler, annelerin en güzeli,

  Sen, en güzellerin güzeli. …”

Kitabın henüz girişinde yukarıdaki dizelerle başlayan şiirin tamamını okumak öylesine sarsıyor ki insanı! Aziz Nesin’in kurgu bir kitabını okuyormuş hissiyle allak bullak olmuş kendime gelmeye çalışırken, dizelerin gerçek olduğunu farkediyorum.  İyice sarsılıyorum, hele sayfalar ilerledikçe onca kitapta kullanılan çocukluğundan alınmış malzemelere rastlamak… Kimi zaman gözlerim dolu dolu, kimi zaman ağır bir hüzün dalgasıyla hızla ilerliyorum sayfalarda. Bittiğindeyse boğazımda bir düğüm…


Aziz Nesin’in hiçbir şeyi atmayıp, her şeyi değerlendirdiğine, çok tutumlu olduğuna dair bilgiler kafamın bir köşesinde. Doğum yılı 1915. Canım babamın doğum yılı 1920. Benzerlikleri bazen gülümsetirdi beni yani tutumluluğa dair. Oysa geçilen savaş dönemlerine bakıldığında bulunan her şeyin nasıl kıymetli olduğunu belki şimdi şimdi anlayabiliyorum.
Ağır işgal dönemine, Kurtuluş Savaşı’na, Cumhuriyet’e ve ilk yıllarına dair, oradan buradan duyulmuş, çoğu zaman üflendiğinde dağılıveren kağıttan kaleler olan cümlelerden sıkıldım. Hal böyle olduğunda Aziz Nesin’in özyaşamöyküsü daha da kıymetleniyor gözümde. Kendi hayat hikayesini anlatırken, çoğunluğun da hikayesini, ülkenin yapısını da anlatıyor. Kitabın sonundaki, İngilizce çevirisi için yazılmış değerlendirmeden alınan alttaki cümleler ne demek istediğimi belki de :
“…İstanbul Çocuğu* aynı zamanda, sosyo-tarihsel ve politik bir belge olarak da eşsiz bir değere sahiptir. Ele alınan dönem, tarihi açıdan oldukça eşi zor bulunur bir dönemdir. Öyle ki, epey kısa olan bu dönem içerisinde, Türkiye, Ortaçağ süper-gücünden modern Avrupa ülkesi arasındaki uçurumu aşmaya çalışmıştır. Ancak, son derece küçük, gösterişsiz devlet biçimine geçiş için ne bir gelişme dönemi, ne bir hazırlık olmadığı, bir de varolabilmek için yapılan umutsuz bir savaş içerisinde yer almıştır. Bu dönemin tarihi-politik olayları çok iyi bilinmekte ve kaynaklara dayanabilmektedir. Oysa Türk toplumunun kökenlerinde bu değişimin etkilerini, toplumsal görüntülerini anlatan durumlar hemen hemen yok denecek kadar az incelenmiş, araştırılmıştır. Nesin’in otobiyografisinde bu ikinci durumun, belirgin iki boyutunun belgelerle kanıtlanmasıdır.
Birincisi, çocukluk anıları hemen hemen görülmemiş bir biçimde, tam oluşum sırasında, geçiş döneminin sosyal etkilerini tanımlar. İkincisi ise, -Nesin’in şimdiki (ya da var olan) politik görüşleriyle babasının sahip olduğu görüşler arasındaki karşıtlık-Türkiye’de bugün bile süregelen derin bölünmeyi yansıtır…” ( Sayfa 504-505)

*Böyle Gelmiş Böyle Gitmez Istanbul Boy olarka İngilizceye çevrilmiş.

Aziz Nesin’i çocukluğunun bir kısmında gittiği Mevlevi dergahı, kendisine ders veren ilerici Galip Derviş, 8 yaşında hafız olması okurken çok şaşırtıyor. İşin ilginç yanı kime bahsettiysem de inanmakta zorluk çekiyor. Abdülhamit yanlısı ama Kurtuluş Savaşı’na katılmış tutucu bir baba, ana baba nedir bilmeden büyümeye çalışmış, evlatlık verilmiş, evlendirilmiş, verem olmuş bir anne… Küçücük yaşına rağmen çileler içinde yaşayan küçücük bir kızkardeş, İstanbul’un kıyı köşesindeki odalarda geçen bir çocukluk. Darüşşafaka’yı terk etmiş olmak… Böylesi bir hikayeyi içiniz ezile ezile okuyup, 12 yaşına kadar geçen çocukluğunu öğreniyorsunuz ilk ciltte. Hayatına nasıl devam ettiğini, ana babasından habersiz  Darüşşafaka’dan ayrılmanın vicdan azabıyla neler yaptığını çok merak ediyorum. Bir yandan da Vakıf kurmayabilirdi, kazandığı parayla keyfine bakabilirdi diyorum içimden ve toplum için ne kadar önemli bir örnek olduğunu daha iyi anlıyorum. Futbol ve bilye oynayamayan bir erkek çocuğu Mehmet Nusret Nesin. Sokağa çıkmasına izin verilmemiş, çıksa aşağılık kompleksiyle katılamamış aralarına, her şeyin üstünden gelebilmek için kendini büyük olarak kabul ediyor. Hayalleri ve yalnızlığı eşlik ediyor çocukluğuna;

“Çocukluğumdan bir şeyler seçmem gerekirse, özlediğim üç şey vardır: Fitilli kısık gaz lambası ışığında biçimlenen oda duvarlarındaki leke gölgeler, çocuk gözlerimin isteğince oyuncaklaşan bulutlar, bir de annemin türküleri…” Sayfa 435

“İnsan, anılarının toplamıdır. Toplum da öyle…
Nerede bizim anılarımız, biz yoksul çocuklarının?...
Araba tıngır mıngır gidiyor, o tıngırtıların arasında bozuk, eğri büğrü kaldırım taşlarına anılarım dökülüyor. Yoksul İstanbul mahallerinin bakımsız sokaklarına çocukluğumun parça pürçük dağılmış dökülmüş, paramparça… Her sokakta, benden kırık dökük parçalar, dağılmışım bu İstanbul kentine gün gün…” Sayfa 103

Arka Kapak

“Esin perisi denilince gözümün önüne altı balık, üstü kız olan denizkızı gibi bir havakızı geliyor.

Esin perim yok ama, benim de esin cinim, esin cadım, esin devanam var. Benimkilerin yarısı kuş, yarısı kız değil, olsa olsa onda biri insan da geri yanı canavar. Omzuma tünememiş, sırtıma binmiş, ben altta iki büklüm, kan ter içinde, yorgun, bitik… Hem benim esin cinim, esin cadım bitane değil, sürü sürü… İkisi inse üçü biniyor sırtıma.

Benim sırtıma binmiş, üstüme çullanmış olan esin cadıları, esin cinleri, esin canavarları durmadan buyuruyor, zorluyor, azarlıyor:
-Yaz! Hadi yazsana! Durma yaz! Ne duruyorsun! Uyumaya hakkın var mı senin… Uyan! Oturma öyle… Kalk çabuk… Hasta da olamazsın… Şişşşt, kalk bakalım… Yaz!
Benim esin cinlerim, cadılarım, canavarlarım: Kira isteyenlerim, para isteyenlerim, alacaklılarım, bitürlü bitip tükenmeyen gereksinimler…

Yazmam da ne yaparım?


Bu yeryüzünde, bir sanatçıyı altı delinmiş bir ayakkabı kadar esinleyebilen, çalışmaya zorlayan başka hiçbişey olamaz.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...