26 Aralık 2013 Perşembe

Sayfalarımla...


“En sevdiğiniz kitabın adı yazınıza ilham versin.” Eveeet 18.gündeyiz. Kalan birkaç günde etkinliği tamamlamak gibi bir isteğim var. Ve balıklama atlayıveriyorum yazının içine, “En sevdiğin…” le başlayan soruların her daim verdiği şaşkınlıkla birlikte.


En sevdiğim şarkı, film, kitap, tatil yeri, yemek, pasta hatta renk… Bu liste nasıl da uzar gider. Öte yandan hepsi dönem dönem değişmiş olabiliyor. Mesela çocukken iflah olmaz bir sarı tutkunuyken büyüdükçe sevdiğim renk değişir oldu. Sürekli yer değiştiren zamanlarımda müzik kasetlerimden uzak kaldım, sevdiğim müziklerden de… Film konusuna gelince ruh halimle o kadar bağlantılı ki. Hepsi birleştiğinde köreliyorum galiba diye düşünmeden edemiyorum. Tamam ama peki ya kitaplar, bir şekilde hep yanımda olmayı başarabilen o sayfalar konusundaki şaşkınlığıma ne demeli?

Ailede küçük çocuk olmanın getirdiği boğucu sorumluluklar kadar avantajlı kısmının da ağır bastığını düşünürüm zaman zaman. Çocukları okuyan, orta halli bir aileden de gelmiş olsanız, evde bir kitap yığınıyla büyümüş olabiliyorsunuz mesela. Elbiseden kitaba hatta bisiklete yeni pek bir şeyiniz olmuyor ama varsın olmasın… Bir şekilde birçok şeyiniz olmuş oluyor işte. Bunları yazarken çocukken en çok hangi kitabı sevdiğimi ve nasıl etkilendiğimi bulmaya çalışıyorum bir yandan da. Zülfü Livaneli’nin okuduklarıyla birlikte bir balıkçı köyüne kaçmasına benzer bir etki arıyorum kendimde, yok işte : )

Üniversitede bir arada Wilheim Reich okuyordum deli gibi. Neden Freud değil de Reich hatırlamıyorum şimdi. Hatta “Dinle Küçük Adam” dışında yığınla ne okuyordum onu da hatırlamıyorum. Sonra Engin Geçtan, vazgeçilmezlerimden biri oldu zaman içinde yani bugün de. Sonra birden Dostoveyski kaçtı içime. Uzun zaman hayatının yazdıklarına etkisine takıldı kafam. Tekrar okumalara geçsem istiyorum bir ara! Gülün Adı ve Foucault Sarkac’ından sonra kim karşı koyabilir Eco’ya. Evet bilgiyle kurgunun harmanlandığı romanları çok seviyorum. Ve bence Umberto Eco bunu iyi yapıyor.

Kavafis’in “o” şehrinin İskenderiye olduğunu öğrendiğim bugünlerde İskenderiye Dörtlüsü’nün (Lawrence Durrell) etkisi aklıma geliyor yeniden. Farklı insanların aynı olaylara bakışlarının bu kadar çarpıcı anlatılmasını ilk defa okuyup nasıl da düşürmüştüm aklımı. Son zamanlarda neredeyse algı kaymasına neden olan John Fowles, Büyücü de çokca etkilendiklerimden.


Yıllar içindeki bir değişimim de okuduklarımda tumturaklı cümleler aramak yerine basitce verilmiş çok derini görebilmek isteği. Usta Yaşar Kemal etkisi galiba bu. Biraz daha edebiyata doğru kayma isteğini de getiriyor olmalı. Öte yandan son zamanlarda mesela Ece Temelkuran’ın yazdıklarını seviyorum. Roman olmasa da Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita’nın yola dair girişini sıklıkla okuyorum desem. Uzar gider bu liste biliyorum. Okumayı hatta yeniden okumayı istediklerim sığmıyor artık, hep birlikte kapıya konulacağız yakında öyle gözüküyor. Bakalım neler olacak ille de benimle birlikte olan sayfalarımla… 

6 yorum:

  1. Bu kadar hızlı yaşarken bu yazıların bana geri dönmem yada yavaşlamam gerektiğini hatırlatıyor. Bakalım ne zaman başarılı olabileceğim.
    Ben de bu yaşımda tekrar okuyup acaba neleri farklı düşüneceğim, nasıl etkileri olacak üzerimde diye merak ediyorum.

    Kendine gelmiş 47 anne

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. hızlı ama anları çok güzel yaşıyorsun ki okurken Oğlak Kızlarımız neler yapmış acaba dedirtiyorsun bana hep : ) Ada kız çok güzel büyüyor, tekrarlar olsa da olur olmasa da "tabii bence" ... öpüyorum

      Sil
    2. Buradan zor ama şehire dönersek ilk Samsun a geleceğim. Demedi deme.

      Yüzsüz anne

      Sil
    3. bekliyoruz dört gözle

      Sil
  2. Bir 'Umberto Eco'sever olarak fikrine katılmamak mümkün mü? Bu John Fowles'i de çokça duyar oldum son zamanlarda, Büyücü olunacaklar listeme girdi bile. Ama en çok "içine kaçan Dostoyevski"ye bayıldım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. ne güzel aynı dili konuşabilmek teşekkürler güzel yorum için

      Sil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...