“En sevdiğiniz kitabın adı yazınıza ilham versin.” Eveeet
18.gündeyiz. Kalan birkaç günde etkinliği tamamlamak gibi bir isteğim var. Ve
balıklama atlayıveriyorum yazının içine, “En sevdiğin…” le başlayan soruların
her daim verdiği şaşkınlıkla birlikte.
En sevdiğim şarkı, film, kitap, tatil yeri, yemek, pasta hatta
renk… Bu liste nasıl da uzar gider. Öte yandan hepsi dönem dönem değişmiş
olabiliyor. Mesela çocukken iflah olmaz bir sarı tutkunuyken büyüdükçe sevdiğim
renk değişir oldu. Sürekli yer değiştiren zamanlarımda müzik kasetlerimden uzak
kaldım, sevdiğim müziklerden de… Film konusuna gelince ruh halimle o kadar bağlantılı
ki. Hepsi birleştiğinde köreliyorum galiba diye düşünmeden edemiyorum. Tamam
ama peki ya kitaplar, bir şekilde hep yanımda olmayı başarabilen o sayfalar
konusundaki şaşkınlığıma ne demeli?
Ailede küçük çocuk olmanın getirdiği boğucu sorumluluklar kadar avantajlı kısmının da ağır bastığını düşünürüm zaman zaman. Çocukları okuyan,
orta halli bir aileden de gelmiş olsanız, evde bir kitap yığınıyla büyümüş
olabiliyorsunuz mesela. Elbiseden kitaba hatta bisiklete yeni pek bir şeyiniz
olmuyor ama varsın olmasın… Bir şekilde birçok şeyiniz olmuş oluyor işte.
Bunları yazarken çocukken en çok hangi kitabı sevdiğimi ve nasıl etkilendiğimi bulmaya
çalışıyorum bir yandan da. Zülfü Livaneli’nin okuduklarıyla birlikte bir balıkçı
köyüne kaçmasına benzer bir etki arıyorum kendimde, yok işte : )
Üniversitede bir arada Wilheim Reich okuyordum deli gibi. Neden
Freud değil de Reich hatırlamıyorum şimdi. Hatta “Dinle Küçük Adam” dışında
yığınla ne okuyordum onu da hatırlamıyorum. Sonra Engin Geçtan, vazgeçilmezlerimden
biri oldu zaman içinde yani bugün de. Sonra birden Dostoveyski kaçtı içime. Uzun
zaman hayatının yazdıklarına etkisine takıldı kafam. Tekrar okumalara geçsem
istiyorum bir ara! Gülün Adı ve Foucault Sarkac’ından sonra kim karşı koyabilir
Eco’ya. Evet bilgiyle kurgunun harmanlandığı romanları çok seviyorum. Ve bence
Umberto Eco bunu iyi yapıyor.
Kavafis’in “o” şehrinin İskenderiye olduğunu öğrendiğim
bugünlerde İskenderiye Dörtlüsü’nün (Lawrence Durrell) etkisi aklıma geliyor yeniden. Farklı insanların aynı olaylara bakışlarının bu kadar çarpıcı anlatılmasını
ilk defa okuyup nasıl da düşürmüştüm aklımı. Son zamanlarda neredeyse algı
kaymasına neden olan John Fowles, Büyücü de çokca etkilendiklerimden.
Yıllar içindeki bir değişimim de okuduklarımda tumturaklı
cümleler aramak yerine basitce verilmiş çok derini görebilmek isteği. Usta
Yaşar Kemal etkisi galiba bu. Biraz daha edebiyata doğru kayma isteğini de
getiriyor olmalı. Öte yandan son zamanlarda mesela Ece Temelkuran’ın yazdıklarını
seviyorum. Roman olmasa da Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita’nın yola dair
girişini sıklıkla okuyorum desem. Uzar gider bu liste biliyorum. Okumayı hatta
yeniden okumayı istediklerim sığmıyor artık, hep birlikte kapıya konulacağız
yakında öyle gözüküyor. Bakalım neler olacak ille de benimle birlikte olan
sayfalarımla…
Bu kadar hızlı yaşarken bu yazıların bana geri dönmem yada yavaşlamam gerektiğini hatırlatıyor. Bakalım ne zaman başarılı olabileceğim.
YanıtlaSilBen de bu yaşımda tekrar okuyup acaba neleri farklı düşüneceğim, nasıl etkileri olacak üzerimde diye merak ediyorum.
Kendine gelmiş 47 anne
hızlı ama anları çok güzel yaşıyorsun ki okurken Oğlak Kızlarımız neler yapmış acaba dedirtiyorsun bana hep : ) Ada kız çok güzel büyüyor, tekrarlar olsa da olur olmasa da "tabii bence" ... öpüyorum
SilBuradan zor ama şehire dönersek ilk Samsun a geleceğim. Demedi deme.
SilYüzsüz anne
bekliyoruz dört gözle
SilBir 'Umberto Eco'sever olarak fikrine katılmamak mümkün mü? Bu John Fowles'i de çokça duyar oldum son zamanlarda, Büyücü olunacaklar listeme girdi bile. Ama en çok "içine kaçan Dostoyevski"ye bayıldım :)
YanıtlaSilne güzel aynı dili konuşabilmek teşekkürler güzel yorum için
Sil