Fonda alabildiğine kırmızı darı
tarlaları, havada ağır kan kokusu, etlere saldıran köpekler, kuşlar… Birbirlerine saldıran çeteler, işgal altında
can veren, canlı canlı derileri soyulan insanlar… Vahşetin boyutuyla uykuların
kaçacağı, tiksintinin verdiği rahatsızlığın midelere yansıdığı satırlar… Savaş
tüm çıplaklığıyla gözlerimizin önünde, her şey, her detay kelime kelime anlatılmış.
“Ben senin ablan için
ağlamıyorum! Ablan öldü, ağlamak onu geri getirmez. Ben halimize ağlıyorum.
Burada hepimiz komşuyuz, komşu köylerdeniz, her gün birbirimizin yüzüne
bakardık, işler nasıl oldu da bu raddeye vardı aklım almıyor bir türlü? Ben
senin yeğenin için ağlıyorum, oğlum için, Yingzi için, daha yeni on sekizine
girmişken birlikte Demir İrade’ye katıldık, böylece ablanın intikamını
alacaktı, ama intikam falan alamadan sizin ellerinizde can verdi. Onu
süngülerinizde öldürdünüz. Diz çökmüştü, diz çöktüğünü kendi gözlerimle gördüm,
ama siz yine onu öldürdünüz! Sizi gidi kurt kalpli, köpek ciğerli, soğukkanlı
piçler! Sizin çocuğunuz yok mu” Sayfa
431
Yukarıdaki bölüm en çarpıcı
kısımlardan bana göre, dil olarak değil, bir ülke saldırıya uğradığında birleşmek
yerine parça parça olup birbiriyle savaşmak! Kendi kendinin düşmanı olmak! Bu
her ülkede böyle değil mi?
Bir torunun dilinden anlatılıyor her
detay. Miş’li geçmiş zaman dikkat çekiyor. Heyecanla okumaya devam ederken tarlalardan
duygulara, ağır kan kokusundan silahlara, birbirlerine kazık atan insanlara
kadar koşturarak okuyor insan. Büyükbabayla baba bir savaştayken birden ninenin
hayatından kesitlere geçiliyor. Cenaze törenlerinden, evlilik törenlerine,
savaşa, gündelik yaşama kadar çok şey hakkında fikir sahibi oluyorsunuz
aklınıza kazınırcasına…
Tesadüf mü bilemiyorum, hemen
hemen aynı dönemlere dair kitaplar okuyorum bu aralar. İkinci Dünya Savaşı
civarı, Lizbon’dan Meksika’ya ve Çin’e uzanıyorum. Tüylerim diken diken Çin’de
kalıyorum. Aklımın bir köşesinde Kurtuluş Savaşı’nda yaşananlar, bugün dünyadaki
savaşlar… Savaş ille de ülkeler arası olmuyor maalesef, bir kurt gibi kendi
kendimizi kemiriyoruz çoğu zaman…
“Açılmış mezarın etrafında
korkuyla bekleşen bazı insanlar vardı. Kalabalığın arasına karışıp mezar
içindeki o kemikleri, onlarca yıl sonra tekrar gün ışığına çıkan beyaz
iskeletleri gördüm. Hangisinin komünist, hangisinin milliyetçi, hangisinin
Japon, hangisinin Çinli kukla ordudan, hangisinin sivil halktan olduğunu
korkarım ki eyalet parti sekreteri bile söyleyemez. Kafataslarının hepsi aynı
şekildeydi, hepsi bir mezarın içine tıkıştırılmış kafatasları tam bir eşitlik
içinde aynı yağmur altında ıslanıyordu. Solgun iskeletlere vuran ince yağmur
damlaları güçlü ve şeytani bir ses çıkarıyordu. İskeletler sanki damıtıldıktan
sonra yıllarca bekletilmiş darı içkisine batırılmış gibi soğuk suyun içine
sırtüstü uzanmışlardı.” Sayfa 280
Dehşetle okuduğum bir seçki, teşekkürler.
YanıtlaSilrica ederim, girişte savaşa dair yazmasını anlatan bir kısım var tavsiye ederim
Sil