18 Temmuz 2013 Perşembe

Mahrem - Elif Şafak


 Zaman zamanda iken kalbur samanda iken, sucu tellal, keçi berber iken, samanlık tepesinde çelik – çomak oynardım. Öteden doğru dedem geldi: “Oğlum müjde, baban dünyaya geldi.” Dedi. Samanlık saçağından kendimi attım yere, eve gittim, anam, yarım oklavayla yarım yastağacı almış dizinde yufka açar. “Aman nine” dedim, “gözün aydın, babam dünyaya gelmiş. Nine, ver ben sallayayım da sen bize pide mi yapacaksın, ne yapacaksan yap.” Anam da “hınzırın enceği, ben onun kırk iki yıldır hasretini çektim. Ya olmadık bir yerini ağrıtırsın, ya kırarsın ya da en lüzumlu yerini koparırsın. Ben de seni bir güzel oklavadan geçiririm.” dedi.

Kitabın sonunda aklıma yukarıdaki cümleler geldi, gülümsedim. Yazmak istedim, görmeye, görülmeye dair olsa da kitabın ana fikri böyle başlamak istedim. BeCe’yse eklemekle meşguldü yazılanlara;

“Geçmiş zaman, bugün ve gelecek… hepsini peşpeşe dizip, dümdüz bir çizgi çiziyoruz. Bu yüzden geçmişin geçip gittiğine, geleceğin henüz gelmediğine inanıyoruz. Ve en kötüsü, zamanı önceden çizdiğimiz bu dümdüz çizgide yürümeye mecbur tutuyoruz. Ama belki de o burnunun ucunu göremeyecek kadar sarhoştur…… Kussa bütün benliğini, bütün bildiklerini. Geçmişin sırası altüst olsa .. sıra mıra kalmasa…” Sayfa 142  

Şişman kız, Be-Ce, Samurkız, Anabelle dönüp dururken sayfalarda, gördüklerimiz, bizi görenler eşlik ediyor bir yandan aklımızda. Tuhaf bir şekilde dünyanın şiddetle görme ve görülme üzerine olduğunu fark ediyorum yeniden. Yüzyıllar arasındaki hikayeler, karakterler, yerler birbiriyle karışıyor, birleşiyor belki, lekesi çıkmayan vişne çürüğü renginde izler bırakarak devam ediyorlar. Bir ileri bir geri derken her seferinde başka bir şey öğreniyoruz geçmişte olana ya da olmamış olana dair. Sahi yoksa hepsi bir şişman balonun kustukları mı ?

Elif Şafak’ı neden sevdiğimi hatırlatıyor bu roman bana, yazış tarzı konu. Pinhan’dan sonra en sevdiğim romanı olacak Mahrem belli, iz bırakacak vişne çürüğü renginde, tekrarlarıyla varla yok arasındaki konularıyla…

Arka Kapaktan;

Gözbebeği: İnsanlarda yuvarlak, hayvanların çoğunda ise dikine elips biçiminde olan gözbebeğinin çapı, irise gelen ışığın miktarına göre değişir. Karanlık ve uzaklık büyütür gözbebeğini; aydınlık ve yakınlık küçültür. Yani bu kararsız çember ışık varsa küçülür, ışık yoksa büyür. Yakına bakarken de küçüldüğüne göre, yakın olan aydınlıktır, aydınlıktadır. Uzağın payına karanlık düşer. Zaten karanlığı kimse yakınında görmek istemez.
Aşık olunca da büyür gözbebeği; demek ki aşık olunan hep uzaktadır. Aradaki mesafenin verdiği acıyı azaltmak için, maşuka “gözbebeğim!” diye hitap edilir.




12 yorum:

  1. Ben Baba ve Piç'ini okumuş ve bayılmıştım.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet ya o kitap adıyla çok cesur gelmişti

      Sil
  2. İlk okuduğum kitabıdır. Çok beğenmiştim özellikle nazar sözlüğü kısmını. Benim kitapla ilgili ilk aklıma gelen keramet keşke mumi memiş efendi oluyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet ya neredeyse tek başına kitap olacak kadar hoş nazar sözlüğü Mehmet Efendi'nin yeniden doğuşu mudur bece bilemedim aynı gözlerle aynı yerde... Eriyip tekrar tekrar biçimlendirilmesi ...

      Sil
  3. sevgili mine,
    bitirmişsin! off yeniden okuyasım geldi benim de, ah evet o sözlük ne yaratıcı bir şeydi.
    benim için de mahrem 1 pinhan 2 araf da 3 ;)
    sonrası zaten bu tatta kitaplar olmadı maalesef...

    YanıtlaSil
  4. bakalım yeni kitabında neler olacak : )

    YanıtlaSil
  5. hala elif safak okumadım...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Başarılı buluyorum her ne kadar ilk kitaplarını daha çok sevsem de..

      Sil
  6. kitapla ilgili yaptığım yorumunu okumadan direk aşağıya indim:) çünkü daha okuyamadım mahrem'i ama bu yıl okuyacaklarımın arasında.
    Elif Şafak'ın hemen hemen bütün kitaplarını okudum sayılır. Bu kitabı da yanlış hatırlamıyorsam burda senin sayfanda görüpte beğenmiştim ondan sonra almıştım.

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...