13 Eylül 2021 Pazartesi

Babil Simyası ve Kozmolojisi - Mircea Eliade

 


 İnsanoğlunun zihinsel evriminin aşamalarında özellikle doğayla ilişkisinde yönlendirici olan korku ve bilinmezlikle gelen anlamlandırmalar olmuş. Anadolu'da volkanik dağlara tapınıldığını ilk duyduğumda en çok çaresizlik karşısındaki davranış şeklini düşünmüştüm. Bu aynı şekilde güneş, ay,  fırtına ya da kontrol edilemez doğa olayları için de geçerliydi.

Bir bütün olarak kabul edilen dünya, Rönesansla kendini iyiden iyiye kabul ettirmeye başlayan bilimsel düşünceyle farklı şekilde algılanmaya başlamış.  Hal böyle olunca mesela Babil ve Asur dönemine ait "doğa bilimleri"yle ilgili belgelerin incelenişinde "bilimsel hakikat"le ilgili ampirik gözlemlere, metalürji ve seramik tekniklerine o dönemde verilmeyen önem verilmiş. O dönemlerde önemli olan büyüsel ve dinsel kavramlar, zihinsel evremin erken dönenime ait boş inançlar olarak değerlendirilmiş. Oysa belli bir dönemi anlamak için bugünün değerleriyle değil o döneme ait değerlerle bakabilmek önemli.

Avrupalı olmayan kültürlerin doğaya atfettikleri değerlerin bir dizi "boş inanç" oluşturduğunu ileri süren ilkeden hareket ederek deneysel olarak doğrulanmış hakikatlere tesadüfen uyan kısımların kabul edilerek incelenmesiyle büyük hata yapılmış olunur. "Örneğin perspektif olgusunun Rönesans dönemine ait olduğunu unutan bir plastik sanatlar tarihçisi Ortaçağ ya da Asya resmini bir tek perspektif ölçütüne göre değerlendirmeye girişir ve böylece perspektif belirsiz diye yapıtın sanatsal değerini yok sayarsa ve yine, mekan görüntü hatalı diye kimi olağanüstü yapıtları görmezden gelirse, olacağı budur."

Semavi dinlerin merkezi kabul edilen Ortadoğu, Mezopotamya coğrafyasında geriye doğru gidildiğinde Sümer sonrasında Akad, Babil, Asur medeniyetlerine rastlıyoruz. Yazılı kaynak bırakıldığı için o dönemi anlamak hatta o dönemin günümüzdeki izlerini bulmak olası. Kitapta bu izler takip edilerek önemli simgelerden bahsediliyor... Mesela;

Yeryüzünde "taht", "kozmik dağ", "tapınak", dünyanın merkezi olarak kabul edilmiş. Yeryüzü, yeraltı ve gökyüzü bölümleri tapınaklarda yani zigurratlarda bariz bir şekilde görülebiliyor. Aynı şekilde dağların, ölümden sonra yer altına  geçişe aracılık ettiği kabul ediliyor. Dağların arasında doğan güneş, tahtta oturuyor. Doğu Anadolu'da Nemrut Dağı'ndaki heykeller ifade edilen tam da bu değil mi?

Babil'de zigurrat yani tapınak zirvesi evrenin merkezidir. Bu dağ sonra kutupla bir tutuluyor ve Tanrının kutupta oturduğu varsayılıyor. Kral, Zigurratın ya da Hint tapınağının katlarını, merdivenlerini çıkarken merkeze doğru giderek bir nevi Tanrıyla özdeşleşiyor. Bu bir çeşit "miraç"tır. Aynı şekilde "yaşam ağacı" yerin derinliklerinden gökyüzüne uzanan gövdesiyle göğün direği olarak kabul ediliyor.

Yeryüzünü, gökyüzünün yansıması olarak kabul eden inanışta, yeryüzünde olanların tam olarak gökyüzünde eşinin olduğu söyleniyor. Lacivert taşı oldukça önemli sembollerden biri. Gökyüzünün rengini alan taş, Ay Tanrısı, yıldızlı gecenin Tanrısı Sin'in sakallarında, Mısır Tanrısı Ra'nın saçlarında, Yehova'nın ayakları altındaki gökyakuttan tuğla döşemede karşımıza çıkıyor.

Aynı şekilde yeryüzüne düşen göktaşları nedeniyle gökyüzünün taştan yapılmış olduğu düşünülmüş. Ve bu taşlar yeryüzünde kutsal sayılmış. Daha sonra kurban verilen sunaklar olarak kullanılmış. Mesela Kubbet-üs Sahra'daki ya da Kabe'deki taşlar. O dönemde de kurban çok önemli. Tanrı'nın, dünya ve insanı yaratırken kum ve çamurun yanı sıra kendi kanını da akıtarak insana can verdiği söyleniyor. Mesela yeni bir ev için kurban kesilerek kan akıtılması ona yaşam verilmesi gerekiyor. Bu durumda taşlardaki sunaklar çok önemli oluyor. Baktığımızda dünya maddi ve manevi olarak bir bütün olarak görülüyor. Yani bugün zihinsel evrimin erken dönemlerine ait büyüsel ve mistik inanışların o dönem için ne kadar önemli olduğunu görebiliyoruz. İşin aslı bunlar tam olarak yok olmuyor şekil değiştiriyor önemli bir şekilde diyebiliriz. Kabe'yi örnek verebiliriz bu konuda...  

İnsan ilk önce göktaşından demir yapmış sonrasında madenlerden elde ettiği demiri işleme tabii tutarak kullanmış. Tabii ki maden ocakları döl yatağı olarak kabul edilmiş, döl yollarında madenlerin olgunlaştığı düşünülerek çıkarılan madenin erken doğum olduğuna inanılarak çok uğurlu olmadığına inanılmış. Dolayısıyla demircilik sadece belli kişilerin yapabileceği çok önemli işlem olarak kabul edilmiş. Madenin işlendiği ateşin yanına belli kişiler, rahipler belli ritüellerle, temizlenip arınarak giriyormuş. Aslında kimi yerde demirciler, mesela Afrika'da yaşam alanlarının dışına atılacak kadar küçümseniyormuş. Bugün  çingenelerin , bakır ve kalayla olan ilişkisi ve toplumdaki durumları o dönemlerin etkisi mi?

Kitap bu şekilde Babil dönemine ait düşünce ve inanış sistemine  doğru devam ediyor. Mircea Eliade kitapları, dinler tarihinde, insanın inanış evriminde önemli kaynakların başında benim için... Bazen tekrarlarıyla da olsa elimde her daim bir kitabı oluyor diyebilirim. Amaç geçmişi anlayarak bugüne anlamlandırmak diyebilir miyim kendi adıma? Sizce...

 

 

Arka Kapak

"Zihniyetler tarihine başlangıç niteliğinde olan bu çalışmada Eliade'nin odak noktası kadim Mezopotamya kültürüdür. Kadim ve kutsal yerler aynı zamanda doğumun, yaşam ve ölümün anlamlandırıldığı ilk merkezlerdir. Babil şehri Akkadca'da "Tanrının kapısı"dır ve doğaüstüyle kurulan bir perspektif içerir. İnsanlığın kozmosa bakışını ve zihinsel gelişimin arketipini yansıtan en iyi örneklerden biridir.

Eliade dinsel evrenin bir yorumbilgisini sunar. O, modern doğabilimcilerinin ve dinler tarihçisinin çoğu zaman ihmal ettiği meselelerde daha duyarlıdır. Yepyeni bir yöntem ve kültür felsefesiyle, her türlü simge ve mitten yararlanarak insanın kozmosla kurduğu ilişkideki doğal ve saf gerçekliği yakalar. Sahici ve otantik bir ilişki biçimi ortaya çıkar. Doğayı tamamlayan insan içsel dinamiği ve yasaları keşfetmiş, böylelikle kendisini de tamamlamıştır...

İlk uygarlıklarda hayata bakışın, çalışma ve inancın, nesne ve adların bugünden farklı bir karşılığı bulunmaktaydı. Bu kitapta Babillilerin metalürjik törenleri, derin simya bilgileri, hekimlik ve büyü sanatları, madenlerin, taşların ve bitkilerin cinselliğinden söz edilmektedir. Dikkatli okurun gözünden ise Asya kozmolojisi ve Doğu kültürünün zenginliği kaçmayacaktır."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...