28 Temmuz 2019 Pazar

Nefaset Lokantası - Tuğba Doğan




İnsan yaşadığı coğrafyanın gerçekleriyle yoğrulurken hele de taşrada yaşıyorsa daha fazla düşünür olup biteni. Gideni kalanı, özellikle yaşanan beyin göçünün ülkeye verdiği zararı, anlamları, inançları derken hediye bir kitap gelir. Tatlı bir tesadüfle okuyanları görüp açılıverir kapak. Romanın konusunu tahmin edin; gitmek ve anlam üzerine desem... Belki de hiç bir şey tesadüf değildir diye düşünmez misiniz siz de?

Çalıştığı gazeteden kovulan Salih'in, gitmeden önce arkadaşlarıyla yediği veda yemeğiyle başlar olaylar. Nasıl devam edecek derken ağır ağır açılan kişilerin geçmişleri, derken şaşırtan, düşündüren olaylar dizisiyle son bulan bir roman Nefaset Lokantası. Hiç beklemediğimiz, belki de içten içe farklı şekillerde olmasını istediğimiz kimi olaylar, kimi tesadüfleri düşünün hayatınızda... Konuştuğumuzu düşündüğümüz onca insan, anlam yüklediklerimiz... Ve teker teker kalkan perdeler, acılarla yoğrulan, anlamlar ve anlamsızlıklar arasında gidip gelenler... Kitap hayata dair, iç sesleri, çözümlemeleriyle kendine bağlasa da kış kitabıydı benim için. Cümleler üzerinde ağır ağır ilerleyen sakin bir ortam mesela... Ama böyle de fena değildi, insana, ilişkilere,  yaşadığımız ülkeye dair olan Nefaset Lokantası...

"Salih'in yaşadığı toprakta gitmekten bahsetmek bir varolma biçimine, bir kimliğe dönüşeli çok olmuştu, onun da kendini içine dahil edebildiği en geniş toplumsal kalabalık işte bu gitmekten bahsedenlerin oluşturduğuydu. Salih hayli zamandır isteyenlerin topraksız, marşsız ve bayraksız, soyut vatanının bir yurttaşıydı. Her millet gibi bu millet de hepsi birbirine benzeyen, niyet ve eylemlerinde özdeş, aynı arzulara ve tutkulara, aynı dürtülere ve amaçlara, aynı öfkelere ve özlemlere sahip fertlerden değil, daha ziyade farklı tarihlerden gelip ayrı yollardan geçen fakat bir tek bu gitmek fikrinde birleşen kişilerden oluşuyordu." Sh20

"Senin içinde kendine sebep arayan bir keder vardı başından beri. Al işte sebebin de var. Sende iyileşme arzusu yok. Hastalık ihtiyacı var. Geçmiş, içinde renklerin, kokuların, bazı eşyaların bulunduğu, koridorların ve geçitlerin onları hatırladığın yerde sabitlendiği, istediğin zaman ziyaret edebileceğin bir müze değildir. O seninle birlikte yürüyen, girdiğin her kapıya, gördüğün her yeni yere şekil veren, kendini sürdüren, canlı bir şeydir..." SH 89

Arka Kapak

"Hatırlamak kalbin düşünmesidir. Bırak kalbin düşünsün. Hatırla."

Varoluşu anlamsız bulanları anlamıyordu. Ona göre varoluşun sorunu nihayetinde anlamsız değil aşırı anlamlı olmasıydı. Katlanması zor olan da anlamsızlığı değil sonsuzcasına uzayıp giden anlamlarıydı. Şu sakin sakin yürüyen insanların kafalarının içinde ne dolaplar, ruhlarında kim bilir ne tufanlar dönüyor, bedenlerin içindeki katilleri, maktulleri, alimleri, adileri saklamak için kim bilir nasıl mucizevi bir mücadele veriyorlardı.

Bir ay önce, on altı yıldır çalıştığı gazeteden kovulmasının ardından Türkiye'yi terk edip Rio de Janeiro'ya yerleşme kararı alan gazeteci Salih'i, yıllardır müdavimi olduğu Nefaset Lokantası'nda, neredeyse ailesi haline gelen lokanta sahiplerinin düzenlediği veda yemeğinde başka bir "sonun başlangıcı" beklemektedir.

Salih'in kendi deyimiyle "zehirlenmiş topraktan" gitme hayali önce bir geçmiş aşk hikayesine, sonra çocukluk hikayesine takılır. Belleğin labirentlerinde geçmişe yapılan bu yolculukta iç içe geçen zaman parçaları, bir yandan bugüne bulaşıp onu belirsiz bir boşlukta asılı bırakırken, bir yandan da geleceği bulanıklaştırır.

Musa'nın Uykusu ile tanıdığımız Tuğba Doğan ikinci kitabı Nefaset Lokantası ile günümüz Türkiye'sinde hayatın somut gerçeklikleriyle boğuşan bireyin açmazlarını, ana karakteri Salih'in bakış açışıyla ele alırken, zaman ve coğrafya ikiliğinin dile gelen varoluşun içsesini de anlatıya dahil ediyor.

Kişi arzuysa coğrafya kaderdir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...