İnsan yaşadığı coğrafyanın
gerçekleriyle yoğrulurken hele de taşrada yaşıyorsa daha fazla düşünür olup
biteni. Gideni kalanı, özellikle yaşanan beyin göçünün ülkeye verdiği zararı,
anlamları, inançları derken hediye bir kitap gelir. Tatlı bir tesadüfle
okuyanları görüp açılıverir kapak. Romanın konusunu tahmin edin; gitmek ve
anlam üzerine desem... Belki de hiç bir şey tesadüf değildir diye düşünmez
misiniz siz de?
Çalıştığı gazeteden kovulan
Salih'in, gitmeden önce arkadaşlarıyla yediği veda yemeğiyle başlar olaylar.
Nasıl devam edecek derken ağır ağır açılan kişilerin geçmişleri, derken
şaşırtan, düşündüren olaylar dizisiyle son bulan bir roman Nefaset Lokantası.
Hiç beklemediğimiz, belki de içten içe farklı şekillerde olmasını istediğimiz kimi
olaylar, kimi tesadüfleri düşünün hayatınızda... Konuştuğumuzu düşündüğümüz onca
insan, anlam yüklediklerimiz... Ve teker teker kalkan perdeler, acılarla
yoğrulan, anlamlar ve anlamsızlıklar arasında gidip gelenler... Kitap hayata
dair, iç sesleri, çözümlemeleriyle kendine bağlasa da kış kitabıydı benim için.
Cümleler üzerinde ağır ağır ilerleyen sakin bir ortam mesela... Ama böyle de
fena değildi, insana, ilişkilere,
yaşadığımız ülkeye dair olan Nefaset Lokantası...
"Salih'in yaşadığı toprakta
gitmekten bahsetmek bir varolma biçimine, bir kimliğe dönüşeli çok olmuştu,
onun da kendini içine dahil edebildiği en geniş toplumsal kalabalık işte bu
gitmekten bahsedenlerin oluşturduğuydu. Salih hayli zamandır isteyenlerin
topraksız, marşsız ve bayraksız, soyut vatanının bir yurttaşıydı. Her millet
gibi bu millet de hepsi birbirine benzeyen, niyet ve eylemlerinde özdeş, aynı
arzulara ve tutkulara, aynı dürtülere ve amaçlara, aynı öfkelere ve özlemlere
sahip fertlerden değil, daha ziyade farklı tarihlerden gelip ayrı yollardan
geçen fakat bir tek bu gitmek fikrinde birleşen kişilerden oluşuyordu."
Sh20
"Senin içinde kendine sebep
arayan bir keder vardı başından beri. Al işte sebebin de var. Sende iyileşme
arzusu yok. Hastalık ihtiyacı var. Geçmiş, içinde renklerin, kokuların, bazı
eşyaların bulunduğu, koridorların ve geçitlerin onları hatırladığın yerde
sabitlendiği, istediğin zaman ziyaret edebileceğin bir müze değildir. O seninle
birlikte yürüyen, girdiğin her kapıya, gördüğün her yeni yere şekil veren,
kendini sürdüren, canlı bir şeydir..." SH 89
Arka Kapak
"Hatırlamak kalbin
düşünmesidir. Bırak kalbin düşünsün. Hatırla."
Varoluşu anlamsız bulanları anlamıyordu. Ona göre varoluşun sorunu
nihayetinde anlamsız değil aşırı anlamlı olmasıydı. Katlanması zor olan da
anlamsızlığı değil sonsuzcasına uzayıp giden anlamlarıydı. Şu sakin sakin
yürüyen insanların kafalarının içinde ne dolaplar, ruhlarında kim bilir ne
tufanlar dönüyor, bedenlerin içindeki katilleri, maktulleri, alimleri, adileri
saklamak için kim bilir nasıl mucizevi bir mücadele veriyorlardı.
Bir ay önce, on altı yıldır
çalıştığı gazeteden kovulmasının ardından Türkiye'yi terk edip Rio de
Janeiro'ya yerleşme kararı alan gazeteci Salih'i, yıllardır müdavimi olduğu
Nefaset Lokantası'nda, neredeyse ailesi haline gelen lokanta sahiplerinin
düzenlediği veda yemeğinde başka bir "sonun başlangıcı" beklemektedir.
Salih'in kendi deyimiyle
"zehirlenmiş topraktan" gitme hayali önce bir geçmiş aşk hikayesine,
sonra çocukluk hikayesine takılır. Belleğin labirentlerinde geçmişe yapılan bu
yolculukta iç içe geçen zaman parçaları, bir yandan bugüne bulaşıp onu belirsiz
bir boşlukta asılı bırakırken, bir yandan da geleceği bulanıklaştırır.
Musa'nın Uykusu ile tanıdığımız
Tuğba Doğan ikinci kitabı Nefaset Lokantası ile günümüz Türkiye'sinde hayatın
somut gerçeklikleriyle boğuşan bireyin açmazlarını, ana karakteri Salih'in bakış
açışıyla ele alırken, zaman ve coğrafya ikiliğinin dile gelen varoluşun
içsesini de anlatıya dahil ediyor.
Kişi arzuysa coğrafya kaderdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder