18 Ekim 2017 Çarşamba

Din ve Psikiyatri – Irvin D. Yalom


Son dönemde, Nietzche’nin dinle ilişkisine dair o kadar çok üstelik birbirinden farklı o kadar çok yorum okudum ki. Hatta henüz yazamadığım Eliade’nin Kutsal ve Kutsal Dışı’nda ateistlere, Marx’a dair yorumlar dilimi yutmama neden olabilecek düzeydeydi. Bildiklerimi tepetaklak yuvarlarken ateistlerin de, din benzeri aitlikleri, ritüelleri şaşırtıcı geliyor bana. Sanırım bu biraz demlendikten sonra yazabileceğim bir konu olacak. Öte yandan örneğin günah çıkarma insanın konuşma ihtiyacını giderebileceği bir terapi değil mi sizce de. Ya da toplu ibadet etme, bir topluma aitlik hissi gurup terapileri gibi geliyordu son zamanlarda… Dinler tarihinde bebek adımlarıyla da olsa ilerlerken yıllar sonra tekrar okuyacağım bu konuşmada nelerin dikkatimi çekeceğini gerçekten merak ediyordum.

Yalom, kendine verilen bu ödüle “emin misiniz, ben ateistim” diye şüpheyle yaklaşırken verilen “dini meselelere kendinizi adadığına inanıyoruz” cevabıyla rahatlıyor. Bu gerçekten de insanı heyecanlandıran bir konu, doğamızdaki umutsuzluğa çare bulmak için çalışan iki bilim dalı içine girdikçe dallanıp budaklanırken farkındalığımızı da arttırıyor. Benim dinler tarihi okumamdaki en büyük neden toplumdaki çatlak ve kendini üst sınıf gördüğü halde bilgisiz olan seslerin çokluğuydu. Oysa hepimizin doğasından gelen ölüm, soyutlanma, özgürlük ve anlam arayışı gibi konular sorun olarak karşımıza çıkabilir. Özellikle de bireyselliğin pompalandığı kapitalizmle gittikçe artan yalnızlık ve anlam arayışı gibi sorunlar bireyi çöküşe sürüklerken bir topluma ait olma hissi gittikçe artıyor.

Schopenhauer’ın, dini karanlıkta parlayan bir ateş gibi görüp, bilimsel bilginin ışığıyla cehaletin dağılacağına dair yorumu, yazara her ne kadar doğru gelse de günümüzde Amerika’da bile inanışlara ihtiyaç gün geçtikçe artıyor. Hiçbir şeyden mutlu olmayan çocuklar, erken gelen başarılardan sonra anlam arayışı, ölüm korkusu… Yalom, erken yaşlarından itibaren psikiyatri eğitimi dışında felsefe ve edebiyata olan merakıyla yol almış. Hal böyleyken örneğin ölüme yakın olan kanser hastaları ve guruplarıyla çalışmayı tercih etmiş. Böyle bir deneyimden sonra hayatlarını değiştiren insanların sağlıklıyken bunu yapamadıkları böyle bir itici gücün kaynağı sanırım hepimizin sorusu… Kendini ateist olarak nitelese de gerçekten insana dair yaptığı çalışmalar yani terapi ve din arasında benzeşme gerçekten de kendini dini irdelemeye adadığı gibi bir sonucu çıkarıyor. Sanırım Varoluşçu Terapi gibi kitaplarını baştan okuyacağım.

Irvin Yalom’un hayat hikayesi çok genç yaşta evlendiği eşiyle birlikteliği, mesleğinde ilerlemesi ilginç gelmişti bana. Felsefeye olan merakını mesleğiyle harmanlaması, klasik yöntemlerin dışına çıkması, sürekli ilerleyen yapısı yazdığı her şeyi okuma isteğini de getiriyor. Umarım sağlıkla ve uzun süre çalışmaya devam eder…

Arka Kapak
“Ölüme, yanıp kül olmuş bir kaleden başka bir şey bırakmayın.” Nikos Kazancakis
“… varoluşsal psikoterapi ile dini teselli arasında da bazı kıyaslamalar yapacağım. Bu iki yaklaşımın karmaşık, gerilimli bir ilişkiis olduğuna inanıyorum. Bir bakıma aynı atalara ve endişelere sahip kuzenler sayılırlar: insanlığın doğasında bulunan umutsuzluğa çare bulmak gibi bir görevi paylaşıyorlar… Ama yine de temel inançlar ve psikoterapinin belli başlı pratik yaklaşımları ile dini tesellinin taban tabana zıt olduğu da bir gerçek.”
İnsan neden ilahi bir varlığa inanma ihtiyacı hisseder? Ölüm neden korkutucudur ve insan dini teselliye iter? Din ve psikiyatri insan ruhuna nasıl dokunur?

2000 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği’nin Oskar Pfister Ödülü’ne layık gördüğü Irvin Yalom’un ödül alırken yaptığı konuşmayı içeren bu kitap, hemen her insanın zihnini kurcalayan sorulara yanıtlar sunuyor.” 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...