İşe alımlarda gençlere öncelik
tanınmasına çok şaşırırdım eskiden. Çok genç, dinamik, günler ve gecelerce
çalışabilecek durumdaydım, çalıştım. O yaşlarda her şeyin mümkün olduğunu
düşünür ya insan, Mungan’ın “gelecek
uzun sürer” dediği yaşlardan bahsediyorum… Sahi gelecek uzun sürerdi değil mi?
“Yine de zaman, gitgide daha
hızlı bir biçimde akıp gidiyordu; sessiz ritmi yaşamı parçalara ayırıyor, insan
geriye bir göz atmak için bile duramıyordu. “Dur! Dur!” diye bağırmak istiyor
ama sonra bunun hiçbir yararı olmadığının farkına varıyordu. Her şey, insanlar,
mevsimler, bulutlar, her şey kaçıp gidiyordu; insanın taşlara bir kayanın
tepesine asılması da yararsızdı, yorulan parmaklar gevşiyor, kollar, cansız bir
şekilde düşüyor ve insan kendini bu çok yavaşlamış gibi görünen ama hiç
durmayan ırmağa kapılmış buluveriyordu.” Sh 192
Askeri okuldan mezun olan teğmen
Giovanni Drogo, neredeyse kuş uçmaz kervan geçmez sınır bölgesindeki Bastiani
Kalesi’ne tayin olur. Çok gençtir, umutlarla dolu kaleye doğru yola çıkar. Öyle
ya parlak bir kariyer beklemektedir kendisini…
“Annesi, dönüşünde Drogo’nun
kendisini yeniden o dünyada hissedebilmesi ve orada, uzun yokluğuna rağmen
yeniden bir çocuk olarak kalabilmesi için, odasını öylece saklayacaktı; yaa…
demek ki annesi, bir daha hiç geri gelmemek üzere yitip gitmiş bir mutluluğu
olduğu gibi koruyabileceğine, zamanın akışını durdurabileceğine, oğlu geri
geldiğinde kapı ve camları açmakla her şeyin eskisi gibi olabileceğine inanıyordu..”
Sh8
Kaleye giderken karşılaştığı
Yüzbaşı Ortiz’in anlattıkları, kale göründüğünde durup seyretmeleri pek de
umursanmaz en başta. Daha ilk sayfalardan bir Godot’u Bekleme vakası diye
geçiriveriyor insan, daha da ağırının beklediğini fark etmeden… İtiraf
ediyorum, okurken içim şiştikçe şişti diyebilirim, bu yazarın durumu çok iyi
ifade etmesinden kaynaklanıyor desem…
Bastiani Kalesi, sağında solunda
yüksek dağlar, güneyinde vadi, kuzeyinde Tatar Çölü olan neredeyse unutulmuş olarak
tanımlanıyor. Öyle ki oradan düşman gelmesi imkansız olarak görüldüğü için
umursanmayan bir kale haline gelmiş. Buraya gelen askerler günlük hayatın
sıradan alışkanlıklarına, bir nevi kolaya, çarçabuk kanarak bekliyorlar,
hayaller kurarak bekliyorlar. Kuzeyden gelecek düşmana karşı kazanacakları
kahramanca zaferi düşünerek günler, aylar, yıllar boyunca bekliyorlar. Çok sıkı
kurallara uyarak, kalabalık bir gurup asker bambaşka, izole bir toplum hayatı
yaşıyor. Bu yalıtılmışlık haliyle Veba geliyor aklıma. Karantina altına alınan
şehirde yaşayanlar gibi belki de… Burada o bekleme hali, gençlikten yaşlılığa
fark etmeden geçiş çok iyi anlatılmış.
“O zamana değin, çocukken sonsuz
gibi görünen bir yolda yılların yavaş yavaş ve hafifçe geçtiği, böylece hiç
kimsenin akıp gittiklerinin ayırdına varmadığı bir yolda, hep ilk gençliğinin
kaygısızlığıyla ilerlemişti. İnsan bu yolda, sakin sakin, çevresine merakla
bakarak ilerlerdi, aceleye gerçekten hiç gerek yoktu, ne arkanızda sizi
sıkıştıran ne de tabii bekleyen birileri bulunurdu, arkadaşlarınız da kaygısız,
oynamak için sık sık durarak ilerlerlerdi. Evlerinin kapısından büyükler size
dostça selam verir ve suç ortaklığı dolu gülüşlerle ufku gösterirlerdi; böylece
yürek yiğitçe ve tatlı arzularla çarpmaya başlar ve insan kendisini az ötede
bekleyen harikulade şeylerin umudunu tadar; gerçi o şeyler henüz uzaktadır ama
bir gün onlara ulaşılacağı kesin, tartışmasız bir biçimde kesindir.” Sh 48-49
Canım okuma arkadaşım Necla’nınhediyesi olan Tatar Çölü, biraz yordu, sıktı evet ama yapmak istediklerime
karşı içimi istekle doldurdu. Zamanın ne çabuk geçtiği, hala sağlıkla nefes
alıyorken yapmak istediklerimizi biran önce hayata geçirmemiz gerektiğini
hatırlattı diyebilirim.
“Önünde öyle çok zaman vardı ki!
Tek bir yıl bile ona bitmez tükenmezmiş gibi görünüyordu oysa güzel yıllar daha
henüz başlamaktaydı; yıllar sonu gözükmeyen sınırsız bir diziye, insanın uğruna
biraz sıkılmayı göze alabileceği halen hiç el değmemiş ve görkemli bir hazineye
benziyordu.
Ona “Dikkat et Giovanni Drogo!”
diyecek hiç kimse yoktu. Gençliğinin solmaya başlamış olmasına rağmen, inatçı
bir yanılsama sonucu, yaşam bitmek bilmezmiş gibi görünüyordu gözüne. “Sh75
“Yavaş yavaş kendine güveni
azalıyordu. İnsanın tek başına olduğu ve hiç kimseyle konuşamadığı zaman bir şeye
inanması çok zordur. İşte tam da o dönemde, Drogo, insanların her zaman
birbirlerinden uzakta olduklarını fark etti, birisi acı çektiğinde, acısı
sadece kendine ait oluyor, hiç kimse acıyı birazcık olsun dindiremiyordu; bir
insan acı çektiğinde diğerlerinin, duydukları sevgi ne denli büyük olursa
olsun, bu yüzden acı çekmediklerini ve yaşamdaki yalnızlığı işte bu durumun
oluşturduğunu fark etti.” Sh 193
Arka Kapak;
“İtalyan Edebiyatının köşe
taşlarından Dino Buzzati’nin ilk romanı olan Tatar Çölü, modernist edebiyata
yapılmış en önemli katkılardan biri.
Genç Teğmen Giovanni Drogo, ilk görev yeri olarak
Tatar Çölü’ndeki Bastiani Kalesi’ne tayin edilir. Uzun boylu kalmak istemediği
bu sınır bölgesinde geçirdiği seneler ona, vaktiyle gözünde büyüttüğü zafer
tutkusunun kofluğunu ve askerlik hayatının monotonluğunu öğretir. “Yaşamı
boyunca beklediği an” bir türlü gelmez. Zamanla “sesi, ihtiyar sesine dönüşür”,
“bakışları çok yaşlı bir adamın bakışları gibi sarımtrak ve camdan bir görünüş
alır”. Varoluşun anlamsızlığı, boylu boyunca serilir önüne.
Gündelik hayatın
durağan ritmi, alışkanlıkların uyuşturucu etkisi ruhunun derinliklerine
işlerken Tatar Çölü’nün sadece kendisinin değil aynı zamanda insanlığın sınır
bölgesi olduğunu anlar. Edebiyatta Beckett, Camus ve Kafka’nın başlattığı
varoluşsal sorgulamaya karmaşık bir boyut katan, zengin bir anlatı Tatar Çölü.
“Tatar Çölü, sadece aklıyla
hareket ettiğini düşünen insanlara meydan okumak gibi büyük bir riski göze
alan, sıra dışı bir roman.” Tim Parks”
Sisirdim seni ��ama olsun erteleme öğüdünü almışsın. Daha nice birlikte okumalarimiz olsun.
YanıtlaSilher kitap ihtiyaç anında gelir iyi salladı beni teşekkür ederim inşallah çoook uzun zamanlarda birlikte okuyalım
Sil