“Doğduğu coğrafya insanın
kaderidir” cümlesi ne ifade eder? Hele de dünyanın iki kutbundan biri olmuş
güçlü bir devlete komşuysanız? Ne petrol zenginliğiniz ne de doğal
kaynaklarınızla söz hakkınız yoksa? Yıkılıp yağmalanmak, baskı altında yaşamak,
güç odakları arasında dengeyi sağlamak
amacıyla sürekli kaynayan kazan olmak kaderiniz midir? Peki ya cinsiyetiniz?
“Kız bebek, kendisinden önceki
annesi gibi, Birleşmiş Milletler’e göre dünyada doğulabilecek en kötü yerde
doğmuştur. Hem de kadın olmanın en tehlikeli olduğu yerde.” Sh 50
Afganistan SSCB yani Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği sınırında olduğu dönemde, 1979’da işgal
edilmiş. SSCB özgürlükleri getirmiş, kadınların sokağa çıkması, kariyer
yapabilmesi konusunda önemli adımlar atmış, ülkede her şeyi değiştirmeye ve
kendine bağımlı kılmaya doğru giderken Taliban’la tüm dengeler değişivermiş. (Bu
arada 1979 bu bölgenin Sovyet Rusya tarafından işgal edilmesi, 1980’de komşusu
İran’da ve hemen onun komşusu olan Türkiye’de olanlara başka bir bakış açısı da
getiriyor.) 2001 den sonra da Amerika zaferle gelmiş. Dünyanın her tarafından
milyarlarca dolarlık proje desteklerine rağmen bu bölgede tam olarak hiçbir şey
yapılamamış, artan, rüşvet yolsuzluk, iyiden iyiye yok sayılan kadınlar dışında…
Sonuç mu, askerler geri çekilmeye başlanıp ülke kaderiyle terk edilmeye doğru
gidiyor…
“Afganistan’ın kültürü nesilden
nesile aktarılan bin yıllık gelenek ve yasalardan oluşuyor. Kadınlarının tarihi
pek kayda geçirilmemiş. Birçok ülkenin tarihi, savaşlarının tarihinden
oluşuyor, ülkeye sadece arada sırada olağanüstü bir kraliçe önderlik ediyor.
Afganistan’daki sosyolojik araştırmanın çoğunu kadınlarla pek teması olmayan ve
sadece Afgan kocalardan, erkek kardeşlerden ve babalardan öğrendiklerini bilen,
neredeyse tamamı erkek olan yabancılar yapıyor.” Sh 35
Ataerkil toplumun neredeyse en
ilkel halinin yaşandığı bir ülkede tüm çocuklarınızın kız olduğunu düşünün.
Toplum tarafından aşağılanıyorsunuz, çaresizsiniz… Hatta ikinci ve üçüncü
eşlerle de deniyorsunuz ama olmuyor… Siz de kız çocuklarınızdan birini erkek
olarak giydirip, öyle yetiştiriyorsunuz. Çoğu insan bilse de bal gibi de kabul
görüyorsunuz, birden statünüz yükselmeye başlıyor. Ağır savaşın olmadığı, hak
ve özgürlüklerin en azından bir seviyede olduğu bir ülkede olsanız en azından
bir çocuğu kendi cinsiyeti dışında yetiştirmenin yol açtıklarına dair
tartışmalar içinde bulabilirsiniz kendinizi… Çocuk hakları devreye girer, çocuk
psikolojisi… Zaten öyle bir ülkede olsanız böyle bir uygulamaya gereksinim
duyulur muydu diyebilirsiniz rahatlıkla…
Yazar tesadüfen, erkek olarak
giydirilen yani bir “bascha posh” olan Mehran’la tanıştıktan sonra araştırmaya
başlıyor. Bu konuda yazılı belge bulamıyor, insanların ağzı da sıkı en
başlarda. Yavaş yavaş konuyla ilgili bilgiler edinmeye başlıyor. Maddi duruma
katkı sağlamak için çalışmak, aile statüsünü yükseltmek amaçlı erkek gibi yetiştirilen
bu çocuklar genelde ergenliğe girmeden kız hallerine geri dönüp,
evlendiriliyorlar. Ya da öyle kalıyor bazıları, sahip oldukları özgürlüklerden
vazgeçmek istemiyorlar. Ya da zorla evlendirilseler de kocaları terk ediyor sonunda,
ruhlarında derin yaralar açarak. Peki ya erkek çocuk yapmak için denenen,
Zerdüştlüğe kadar uzanan geleneksel yöntemler? Farklı örnekler üzerinden öyle
iyi anlatılmıştı ki konu… Sadece bombalama, asker gönderme ya da geri çekme ya
da burkalara bürünmüş kadınların yaşamları hakkında bir takım fikirlerimiz,
istatiklerimiz olabilir ama biraz derinleşmek, düşünmek için bu kitap muhteşem…
“Bugün ataerkilliğin nasıl
oluştuğuna dair bir fikrimiz var. Ama o zamanlar ataerkilliğe bir direniş de
doğmuştu. Bacha posh hem tarihte hem de günümüzde egemen düzene kendileri ve
kızları adına karşı çıkanların cevabıdır. Zehra, Şükriye, Şahed, Nader ve
Mehran dahil bacha posh’ların çoğu erkek gibi yaşamanın bedelini ağır ödediler
ve koşulları nadiren kendileri seçmişti. Ama kendilerini öteki tarafta bulur
bulmaz direndiler. Bu direnişleri iyi bilinmektedir. O halde ödün ve direniş,
trajedi ve umut hikayeleri aynı anda var olabilir mi?
Kadınlar için hep olmuştur.” Sh
295
“Savaş zamanlarında ergenlik
çağındaki bir kızı okuldan almayı savunmak kolaydır – tıpkı onu genç yaşta evlendirmeyi
ya da bir borcu ödemek için kullanmayı savunmanın kolay olması gibi.
Savaştayken daha az hayal kurulur; gelecek olmayabilir ve ileri yaşa ulaşma
fikri soyuttur. Savaş değişim arzusunu ve hatta inancı yok eder. Savaşın
şiddetli güvensizliğinin yarattığı korku, muhafazakarlığı tetikler ve zihinleri
örter, böylece aileler kendi içlerine kapanır ve kimseye güvenmezler.
Kadınların pazarlık unsuru olarak kullanıldığı evlilik yoluyla sağlanan işbirlikleri
daha da önem kazanır. Daha büyük, siyasi ölçekte bir değişim gerçekleştirmek –savaş
zamanında topluma ya da kişinin kendi ailesine baş kaldırması- çoğu kimseden
beklenmeyecek kadar fazladır.
Ondan sonrası tamamen parayla
ilgilidir.”Sh 296
Arka Sayfa;
“Araştırmacı gazetecei Nordberg,
kız çocuğu olarak büyümenin ne anlama geldiğine dair fikirlerinizi baştan aşağı
değiştirecek gizli bir geleneği gün yüzüne çıkarıyor.
Neredeyse tamamen erkeklerin hakim olduğu bir kültür
olan Afganistan’da bir oğulun doğumu kutlama sebebiyken bir kızın doğumu
genelde talihsizlik olarak görülüp matemle karşılanır. Bacha posh (Afgan
Farsçasından tam olarak ‘erkek çocuk gibi giyinmiş’ manasına gelir) bir
süreliğine erkek çocuğu gibi yetiştirilen ve dış dünyaya böyle tanıtılan bir
kız çocuğudur. Bu olguyu New York Times için haberleştiren Jenny Nordberg,
kadınların neredeyse hiçbir haklarının olmadığı ve çok az özgür oldukları,
cinsiyetlerin derinden ayrıştığı bir toplumun diğer yüzünde gizlice
yaşayanların güçlü ve etkileyici hikayesini anlatmıştır.
“Afganistan ham bir ataerkillik hikayesidir. Dolayısıyla aynı zamanda
kadın ve erkek atalarımızın sürdürdüğü yaşamlardan unsurlar taşıyan Batı tarihinin
de bir hikayesidir.””
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder