13 Eylül 2016 Salı

Kabil'in Gizli Kızları - Jenny Nordberg

“Doğduğu coğrafya insanın kaderidir” cümlesi ne ifade eder? Hele de dünyanın iki kutbundan biri olmuş güçlü bir devlete komşuysanız? Ne petrol zenginliğiniz ne de doğal kaynaklarınızla söz hakkınız yoksa? Yıkılıp yağmalanmak, baskı altında yaşamak,  güç odakları arasında dengeyi sağlamak amacıyla sürekli kaynayan kazan olmak kaderiniz midir? Peki ya cinsiyetiniz?

“Kız bebek, kendisinden önceki annesi gibi, Birleşmiş Milletler’e göre dünyada doğulabilecek en kötü yerde doğmuştur. Hem de kadın olmanın en tehlikeli olduğu yerde.” Sh 50


Afganistan SSCB yani Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği sınırında olduğu dönemde, 1979’da işgal edilmiş. SSCB özgürlükleri getirmiş, kadınların sokağa çıkması, kariyer yapabilmesi konusunda önemli adımlar atmış, ülkede her şeyi değiştirmeye ve kendine bağımlı kılmaya doğru giderken Taliban’la tüm dengeler değişivermiş. (Bu arada 1979 bu bölgenin Sovyet Rusya tarafından işgal edilmesi, 1980’de komşusu İran’da ve hemen onun komşusu olan Türkiye’de olanlara başka bir bakış açısı da getiriyor.) 2001 den sonra da Amerika zaferle gelmiş. Dünyanın her tarafından milyarlarca dolarlık proje desteklerine rağmen bu bölgede tam olarak hiçbir şey yapılamamış, artan, rüşvet yolsuzluk, iyiden iyiye yok sayılan kadınlar dışında… Sonuç mu, askerler geri çekilmeye başlanıp ülke kaderiyle terk edilmeye doğru gidiyor…

“Afganistan’ın kültürü nesilden nesile aktarılan bin yıllık gelenek ve yasalardan oluşuyor. Kadınlarının tarihi pek kayda geçirilmemiş. Birçok ülkenin tarihi, savaşlarının tarihinden oluşuyor, ülkeye sadece arada sırada olağanüstü bir kraliçe önderlik ediyor. Afganistan’daki sosyolojik araştırmanın çoğunu kadınlarla pek teması olmayan ve sadece Afgan kocalardan, erkek kardeşlerden ve babalardan öğrendiklerini bilen, neredeyse tamamı erkek olan yabancılar yapıyor.” Sh 35

Ataerkil toplumun neredeyse en ilkel halinin yaşandığı bir ülkede tüm çocuklarınızın kız olduğunu düşünün. Toplum tarafından aşağılanıyorsunuz, çaresizsiniz… Hatta ikinci ve üçüncü eşlerle de deniyorsunuz ama olmuyor… Siz de kız çocuklarınızdan birini erkek olarak giydirip, öyle yetiştiriyorsunuz. Çoğu insan bilse de bal gibi de kabul görüyorsunuz, birden statünüz yükselmeye başlıyor. Ağır savaşın olmadığı, hak ve özgürlüklerin en azından bir seviyede olduğu bir ülkede olsanız en azından bir çocuğu kendi cinsiyeti dışında yetiştirmenin yol açtıklarına dair tartışmalar içinde bulabilirsiniz kendinizi… Çocuk hakları devreye girer, çocuk psikolojisi… Zaten öyle bir ülkede olsanız böyle bir uygulamaya gereksinim duyulur muydu diyebilirsiniz rahatlıkla…

Yazar tesadüfen, erkek olarak giydirilen yani bir “bascha posh” olan Mehran’la tanıştıktan sonra araştırmaya başlıyor. Bu konuda yazılı belge bulamıyor, insanların ağzı da sıkı en başlarda. Yavaş yavaş konuyla ilgili bilgiler edinmeye başlıyor. Maddi duruma katkı sağlamak için çalışmak, aile statüsünü yükseltmek amaçlı erkek gibi yetiştirilen bu çocuklar genelde ergenliğe girmeden kız hallerine geri dönüp, evlendiriliyorlar. Ya da öyle kalıyor bazıları, sahip oldukları özgürlüklerden vazgeçmek istemiyorlar. Ya da zorla evlendirilseler de kocaları terk ediyor sonunda, ruhlarında derin yaralar açarak. Peki ya erkek çocuk yapmak için denenen, Zerdüştlüğe kadar uzanan geleneksel yöntemler? Farklı örnekler üzerinden öyle iyi anlatılmıştı ki konu… Sadece bombalama, asker gönderme ya da geri çekme ya da burkalara bürünmüş kadınların yaşamları hakkında bir takım fikirlerimiz, istatiklerimiz olabilir ama biraz derinleşmek, düşünmek için bu kitap muhteşem…

“Bugün ataerkilliğin nasıl oluştuğuna dair bir fikrimiz var. Ama o zamanlar ataerkilliğe bir direniş de doğmuştu. Bacha posh hem tarihte hem de günümüzde egemen düzene kendileri ve kızları adına karşı çıkanların cevabıdır. Zehra, Şükriye, Şahed, Nader ve Mehran dahil bacha posh’ların çoğu erkek gibi yaşamanın bedelini ağır ödediler ve koşulları nadiren kendileri seçmişti. Ama kendilerini öteki tarafta bulur bulmaz direndiler. Bu direnişleri iyi bilinmektedir. O halde ödün ve direniş, trajedi ve umut hikayeleri aynı anda var olabilir mi?

Kadınlar için hep olmuştur.” Sh 295

“Savaş zamanlarında ergenlik çağındaki bir kızı okuldan almayı savunmak kolaydır – tıpkı onu genç yaşta evlendirmeyi ya da bir borcu ödemek için kullanmayı savunmanın kolay olması gibi. Savaştayken daha az hayal kurulur; gelecek olmayabilir ve ileri yaşa ulaşma fikri soyuttur. Savaş değişim arzusunu ve hatta inancı yok eder. Savaşın şiddetli güvensizliğinin yarattığı korku, muhafazakarlığı tetikler ve zihinleri örter, böylece aileler kendi içlerine kapanır ve kimseye güvenmezler. Kadınların pazarlık unsuru olarak kullanıldığı evlilik yoluyla sağlanan işbirlikleri daha da önem kazanır. Daha büyük, siyasi ölçekte bir değişim gerçekleştirmek –savaş zamanında topluma ya da kişinin kendi ailesine baş kaldırması- çoğu kimseden beklenmeyecek kadar fazladır.
Ondan sonrası tamamen parayla ilgilidir.”Sh 296


Arka Sayfa;

“Araştırmacı gazetecei Nordberg, kız çocuğu olarak büyümenin ne anlama geldiğine dair fikirlerinizi baştan aşağı değiştirecek gizli bir geleneği gün yüzüne çıkarıyor.

Neredeyse  tamamen erkeklerin hakim olduğu bir kültür olan Afganistan’da bir oğulun doğumu kutlama sebebiyken bir kızın doğumu genelde talihsizlik olarak görülüp matemle karşılanır. Bacha posh (Afgan Farsçasından tam olarak ‘erkek çocuk gibi giyinmiş’ manasına gelir) bir süreliğine erkek çocuğu gibi yetiştirilen ve dış dünyaya böyle tanıtılan bir kız çocuğudur. Bu olguyu New York Times için haberleştiren Jenny Nordberg, kadınların neredeyse hiçbir haklarının olmadığı ve çok az özgür oldukları, cinsiyetlerin derinden ayrıştığı bir toplumun diğer yüzünde gizlice yaşayanların güçlü ve etkileyici hikayesini anlatmıştır.


Afganistan ham bir ataerkillik hikayesidir. Dolayısıyla aynı zamanda kadın ve erkek atalarımızın sürdürdüğü yaşamlardan unsurlar taşıyan Batı tarihinin de bir hikayesidir.””

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...