23 Haziran 2014 Pazartesi

Rusya'nın Gizemi ve Beyaz Geceler -4-

Rusya’da Büyük Pedro’yla başlayan gelişimin izlerini takip ediyoruz. Bir ülkeyi görmek bazı şeylerin zihninize çakılmasına, neredeyse anlık tokatlarla farkındalık geliştirmenize neden olabiliyor. Örneğin St Petersburg’ta Peterhof Sarayı’nı gezerken kocaman bir salonda devasa tablolarla Çeşme Zaferi anılıyor hatta kutlanıyor olmasını yerinde görmek değişik bir duygu...



Çünkü bu zafer Ruslar için çok önemli. Az değil Osmanlı donanmasını tamamen yok etmişler. Üstelik Baltık Denizi’nden yola çıkıp, Atlas Okyanusu ve Akdeniz’i aşarak Ege Denizi’nde Çeşme’ye ulaşan bir donanmayla! Kaçımız Çeşme bozgununu hatırlıyor?

Şanlı tarihimize hiç yakışmayan bu bozgun Ruslar için gurur kaynağı, kitap bile bastırmışlar. Konuyu internette tararken milli bayram ilan edilebileceğini okumuştum! Fotoğraftaki bu zafere ithaf edilen kilise!

“Peter The Great”! Büyük Pedro ya da Deli Pedro; Rusya’nın bugününü borçlu olduğu adam. Ülkesinde bir işçi gibi çalışan, Avrupa’ya gittiğinde tershanelerde gemi yapımını öğrenen bir yandan da saraylarda ağırlanan ve öğrendiklerini ülkesinde uygulayan adam. İki metre boyunda, çalışmaktan iyice kabalaşmış elleriyle sıcak denizlere inme fikri O’nun. Çok kan dökmüş bir yandan, mesela Peter ve Paul Sarayı’nı yaptırırken. Öte yandan çok içiyor, Rusları votkaya alıştırdığı için kimileri kızmıyor da değil.

 Görebildiğim İskender’in dünyayı fethetmek için harcadığı enerjiyi ülkesine harcadığı. Ulu Önder Mustafa Kemal gibi hayallerle yola çıkıp gerçekleştiren bir adam diyebiliriz.…

Kaldığımız yerden devam… Pedro’nun temellerini atarak başkent yaptığı St Petersburg’a doğru hızlı trendeyim. Arada uyuklarken pencereden akıp giden yeşille uyanıyorum her seferinde. Evler üçgen çatılı,  tahta, her yerde olduğu gibi doğaya uyum sağlamışlar. Üzerinde sürekli kuşlar olan Puşkin’in heykeliyle tanışmama biraz daha var. 


Okuduklarım Moskova’nın St Petersburg’a göre kasaba havasında olduğu yönündeydi.  İlk izlenimimse bu güzel şehrin eskimeye yüz tutmuş olduğu. Apartman bakımlarını devletin yapmasına alışkın olan halk, bu masrafı üstlenmeye henüz alışamamış. Moskova’yaysa başkent olduğu için para akıtılıyor olmalı. Artık Gogol’un Neva ya da Nevski Bulvarı’na  bir dalış yapma zamanı… Okurken buranın nedense daha dar olduğunu düşünmüşüm. Hani herkesin birbirine rastlayabileceği, yakın kaldırımları olan bir yer gibi, tabii ki öyle değil. Öte yandan St Petersburg’da ve Moskova’da tekneyle dolaşmak ayrı bir keyif. 

İran’da aklıma takılan sorular Rusya için de geçerli. Her iki ülke de yıllarca kapalı toplumlar olarak kalmış. Özellikle Rusya’da sanata verilen önem gözle görülebiliyor. Müzelerin resmi tatil günlerinde açık olması, insanların gezmek için buraları tercih etmesi farklı geliyor benim gibi AVM kültürü fazlasıyla gelişmiş ülkelerden gelenler için. Hayatın pahalı olması nedeniyle AVM lerin henüz rol çalmaya başlamamasıyla açıklanabilir mi peki bu durum? Sadece sesli düşünüyorum. Kendi ülkemde müze kültürünün hiç bir zaman olmadığını düşündüğümde sudan çıkmış balıkmışım gibi hissediyorum. 

Başka bir ifadeyle tüketim toplumunun acımasız çarklarında, gelenek halindeki kültürün sürebiliyor olması değişik geliyor bana, sürekli bir karşılaştırmayla birlikte gidip geliyor aklım ülkeme... Bu durumun uzun dönemde nasıl evrileceğini tahmin etmeye çalışıyorum. 

Birkaç nesil sonra olacakları gerçekten merak ediyorum. Yani insanlar hala Sadi’nin mezarına gidip fotoğraf çektirecekler mi? Ya da bir tatil gününde guruplar halinde Ermitaj ya da Peterhof'ta ülke tarihlerini hala dinliyor olacaklar mı? 


St Petersburg’un ilk yapısı Petros ve Pavlos kalesi, içinde aynı adı taşıyan bir katedral de var. Daha çok hapishane olarak kullanılmış. Pedro’nun oğlunu sorgulayışı tablolara konu olmuş. Oğul Aleksey’in ölümü ise bu kalede gerçekleşmiş. Yaldızlı külah ve melek figürüyle çan kulesi 122,5 metre yüksekliğinde.  İçinde Pedro ve II Katerina’nın ve kraliyet ailesinin hemen hepsinin mezarları bulunuyor.

 Ermitaj’a gitmek için geldiğimiz saray meydanı gerçekten çok görkemli hatta Kızıl Meydan’dan daha görkemli geldi galiba bana.

Güneşli bir günde meydana sere serpe yayılan insanlarla daha bir neşeli hale geliyor, eskiyle yeninin harmanlanması gibi. Meydanın ortasında melek figürüyle Aleksandr sütunu var. 


Biran önce Ermitaj Müzesi’ne girmekte fayda var. Sakin sakin, anlatılanları dinleyip içinize sindirerek gezebilmek rüya gibi. Çünkü çok kalabalık, neredeyse adım atmayı imkansız hale getiren bir turist kalabalığı var.

Görkemli tablolar, heykeller, sergiler, odalar, eşyalar, salonlar… Buraya iki gün geldiğimiz halde hakkını vererek gezebildiğimizi söyleyemem. Kışın biraz daha tenha ve daha rahat gezilebiliyormuş. Yılbaşı zamanı değildir sanırım bahsedilen… 


Yukarıdaki koridor Fransa’daki bir sarayla birebir aynıymış, Versailles sanırım. Orada tahribat olduğunda gelip buradan aynısını kopya etmişler.

Aziz İsak Katedrali, yukarıdaki Pedro heykeliyle aynı meydanda. Bu katedralin yapımında her malzemenin en iyisi kullanılmış. Hem dışı hem içi çok görkemli.


 İç kısımda duvarlarda kullanılan mozaikler dikkatli bakınca farkediliyor. Kimi yerlerde mozaik kullanılmasının nedeni boyanın iklim şartlarına dayanmamasıymış. Avrupa’nın en büyük üçüncü büyük katedrali olarak geçiyor.

İçiyle olduğu kadar bahçesiyle de görkemli Baltık kıyısındaki Peterhof Sarayı, banliyöde yapılan Pavlosk Sarayı, Rasputin’in öldürülmesinin canlandırıldığı Yusupov Sarayı, Aziz Vasili Kilisesi’nden ilham alan Saçılan Kanlar Katedrali, Smolniy Katedrali St Petersburg’da  birkaç gün daha kalıp sessiz sakin gezme hevesi uyandırıyor, hepsini gezdiğimiz halde... Bu şehirde yukarıda bahsettiklerim dışında Tuhaflıklar Müzesi’nden Çikolata Müzesi’ne kadar birçok müze varmış bu arada. Kimbilir belki birgün ... 

Daha önce Moskova’da sıklıkla rastladığım orta yaş üstü kadın temizlik işçilerinden bahsetmiştim. Biraz daha yaş almışları müzelerde karşımıza çıkıyor. Çok kalabalık olan müzelerde düzeni sağlıyorlar. Bu arada bahçede dönem giysileriyle dolaşan gençler var, bir ekmek parası kapısı daha… Moskova’da da Putin, Lenin hatta Mao benzerleri fotoğraf çektirip para kazanmak amacıyla dolaşanlara da rastlamıştım.


Moskova’da Arbat Caddesi’nde rastladığımız “orası çok pahalı” diyen çocuklar dışında pek Türkçe bilen yoktu. St Petersburg’ta ise ilk molamızda “15 Lira kitap” diyen satıcılar sardı etrafımızı, Türkçe kitap. Şaşırtıcıydı. Başlığı “Petersburg ve Dolayları”, tercümesi berbat da olsa gene de burada bizleri turist olarak kabul etmişler diye düşündüm. Bu hemen her durakta böyle devam etti. Lafarge yumurtalardan kitaplara kendi paramızla alışveriş yaptığımız satıcılar bile oldu. Semaverler, kehribar, malakit vs… uzayıp gidecek galiba bu yazı ama bir yerde kesmeli anlatmayı değil mi? Gezecek olanlara da keşfedecek bir şeyler bırakmalı…

6 yorum:

  1. Ben ortaokulda iken tarih öğretmenimiz Rusya'ya gittiğinde ( eski rejim çökmemişti henüz 😊) otobüse ayakta bindikletinde herkesin kendilerine tuhaf tuhaf baktığını, ayakta binmek diye bir şeyin söz konusu olmadığını, otobüsten indirildiklerini anlatmıştı. Biz de hayretler içinde kalmıştık. Eskiyi bilenlerin yeni Rusya ile karşılaştırmalarını dinlemeyi çok isterdim doğrusu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. yolda gördüğüm otobüsleri hatırlamaya çalıştım şimdi... bizim otobüsten kulağında müzik başını cama dayayan kıza baktığımı hatırladım. Ayakta binen vardı galiba ya -zor soru : ) -

      Sil
  2. minecim çok teşekkürler
    bu seriyi bakmalara okumaya doyamıyorum

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Mine,
    Blog unu keşfedeli seni tanıdığıma bir kat daha memnun oldum. Fotoğrafların ve üslubun harika!
    Benden de bir not; Rusya da daha itinalı yaptığı düşünüldüğünden temizlik işlerinde özellikle yaşlı bayanlar tercih edilirlermiş. Ferda G.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. nazik yorumunuz ve bilgi için çok teşekkürler... Sıklıkla görüşmek dileğiyle...

      Sil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...