Rusya’da Büyük Pedro’yla başlayan
gelişimin izlerini takip ediyoruz. Bir ülkeyi görmek bazı şeylerin zihninize
çakılmasına, neredeyse anlık tokatlarla farkındalık geliştirmenize neden
olabiliyor. Örneğin St Petersburg’ta Peterhof Sarayı’nı gezerken kocaman bir
salonda devasa tablolarla Çeşme Zaferi anılıyor hatta kutlanıyor olmasını yerinde görmek değişik bir duygu...
Çünkü bu zafer Ruslar için çok
önemli. Az değil Osmanlı donanmasını tamamen yok etmişler. Üstelik Baltık
Denizi’nden yola çıkıp, Atlas Okyanusu ve Akdeniz’i aşarak Ege Denizi’nde
Çeşme’ye ulaşan bir donanmayla! Kaçımız Çeşme bozgununu hatırlıyor?
Şanlı tarihimize hiç yakışmayan
bu bozgun Ruslar için gurur kaynağı, kitap bile bastırmışlar. Konuyu internette
tararken milli bayram ilan edilebileceğini okumuştum! Fotoğraftaki bu zafere
ithaf edilen kilise!
“Peter The Great”! Büyük Pedro ya
da Deli Pedro; Rusya’nın bugününü borçlu olduğu adam. Ülkesinde bir işçi gibi
çalışan, Avrupa’ya gittiğinde tershanelerde gemi yapımını öğrenen bir yandan da
saraylarda ağırlanan ve öğrendiklerini ülkesinde uygulayan adam. İki metre
boyunda, çalışmaktan iyice kabalaşmış elleriyle sıcak denizlere inme fikri
O’nun. Çok kan dökmüş bir yandan, mesela Peter ve Paul Sarayı’nı yaptırırken. Öte
yandan çok içiyor, Rusları votkaya alıştırdığı için kimileri kızmıyor da değil.
Görebildiğim İskender’in dünyayı
fethetmek için harcadığı enerjiyi ülkesine harcadığı. Ulu Önder Mustafa Kemal
gibi hayallerle yola çıkıp gerçekleştiren bir adam diyebiliriz.…
Kaldığımız yerden devam… Pedro’nun
temellerini atarak başkent yaptığı St Petersburg’a doğru hızlı trendeyim. Arada uyuklarken
pencereden akıp giden yeşille uyanıyorum her seferinde. Evler üçgen
çatılı, tahta, her yerde olduğu gibi
doğaya uyum sağlamışlar. Üzerinde sürekli kuşlar olan Puşkin’in heykeliyle
tanışmama biraz daha var.
Okuduklarım Moskova’nın St
Petersburg’a göre kasaba havasında olduğu yönündeydi. İlk izlenimimse bu güzel şehrin eskimeye yüz
tutmuş olduğu. Apartman bakımlarını devletin yapmasına alışkın olan halk, bu
masrafı üstlenmeye henüz alışamamış. Moskova’yaysa başkent olduğu için para akıtılıyor olmalı. Artık Gogol’un Neva ya da Nevski Bulvarı’na bir dalış yapma zamanı… Okurken buranın
nedense daha dar olduğunu düşünmüşüm. Hani herkesin birbirine rastlayabileceği,
yakın kaldırımları olan bir yer gibi, tabii ki öyle değil. Öte yandan St
Petersburg’da ve Moskova’da tekneyle dolaşmak ayrı bir keyif.
İran’da aklıma takılan sorular
Rusya için de geçerli. Her iki ülke de yıllarca kapalı toplumlar olarak kalmış.
Özellikle Rusya’da sanata verilen önem gözle görülebiliyor. Müzelerin resmi
tatil günlerinde açık olması, insanların gezmek için buraları tercih etmesi
farklı geliyor benim gibi AVM kültürü fazlasıyla gelişmiş ülkelerden gelenler
için. Hayatın pahalı olması nedeniyle AVM lerin henüz rol çalmaya başlamamasıyla açıklanabilir mi peki bu durum? Sadece sesli düşünüyorum. Kendi ülkemde müze kültürünün hiç bir zaman olmadığını düşündüğümde sudan çıkmış balıkmışım gibi hissediyorum.
Başka bir ifadeyle tüketim toplumunun acımasız çarklarında, gelenek halindeki kültürün sürebiliyor olması değişik geliyor bana, sürekli bir karşılaştırmayla birlikte gidip geliyor aklım ülkeme... Bu durumun uzun dönemde nasıl evrileceğini tahmin etmeye çalışıyorum.
Birkaç nesil sonra olacakları
gerçekten merak ediyorum. Yani insanlar hala Sadi’nin mezarına gidip fotoğraf
çektirecekler mi? Ya da bir tatil gününde guruplar halinde Ermitaj ya da Peterhof'ta ülke
tarihlerini hala dinliyor olacaklar mı?
St Petersburg’un ilk yapısı
Petros ve Pavlos kalesi, içinde aynı adı taşıyan bir katedral de var. Daha çok
hapishane olarak kullanılmış. Pedro’nun oğlunu sorgulayışı tablolara konu
olmuş. Oğul Aleksey’in ölümü ise bu kalede gerçekleşmiş. Yaldızlı külah ve
melek figürüyle çan kulesi 122,5 metre yüksekliğinde. İçinde Pedro ve II Katerina’nın ve kraliyet
ailesinin hemen hepsinin mezarları bulunuyor.
Ermitaj’a
gitmek için geldiğimiz saray meydanı gerçekten çok görkemli hatta Kızıl Meydan’dan
daha görkemli geldi galiba bana.
Güneşli bir günde meydana
sere serpe yayılan insanlarla daha bir neşeli hale geliyor, eskiyle yeninin
harmanlanması gibi. Meydanın ortasında melek figürüyle Aleksandr sütunu var.
Biran önce Ermitaj Müzesi’ne
girmekte fayda var. Sakin sakin, anlatılanları dinleyip içinize sindirerek
gezebilmek rüya gibi. Çünkü çok kalabalık, neredeyse adım atmayı imkansız hale getiren bir turist kalabalığı var.
Görkemli tablolar, heykeller,
sergiler, odalar, eşyalar, salonlar… Buraya iki gün geldiğimiz halde hakkını
vererek gezebildiğimizi söyleyemem. Kışın biraz daha tenha ve daha rahat
gezilebiliyormuş. Yılbaşı zamanı değildir sanırım bahsedilen…
Yukarıdaki koridor Fransa’daki
bir sarayla birebir aynıymış, Versailles sanırım. Orada tahribat olduğunda
gelip buradan aynısını kopya etmişler.
Aziz İsak Katedrali, yukarıdaki
Pedro heykeliyle aynı meydanda. Bu katedralin yapımında her malzemenin en iyisi
kullanılmış. Hem dışı hem içi çok görkemli.
İç kısımda duvarlarda kullanılan mozaikler
dikkatli bakınca farkediliyor. Kimi yerlerde mozaik kullanılmasının nedeni boyanın
iklim şartlarına dayanmamasıymış. Avrupa’nın en büyük üçüncü büyük katedrali
olarak geçiyor.
İçiyle olduğu kadar bahçesiyle de
görkemli Baltık kıyısındaki Peterhof Sarayı, banliyöde yapılan Pavlosk Sarayı,
Rasputin’in öldürülmesinin canlandırıldığı Yusupov Sarayı, Aziz Vasili Kilisesi’nden
ilham alan Saçılan Kanlar Katedrali, Smolniy Katedrali St Petersburg’da birkaç gün daha kalıp sessiz sakin gezme
hevesi uyandırıyor, hepsini gezdiğimiz halde... Bu
şehirde yukarıda bahsettiklerim dışında Tuhaflıklar Müzesi’nden Çikolata Müzesi’ne
kadar birçok müze varmış bu arada. Kimbilir belki birgün ...
Daha önce Moskova’da sıklıkla
rastladığım orta yaş üstü kadın temizlik işçilerinden bahsetmiştim. Biraz daha
yaş almışları müzelerde karşımıza çıkıyor. Çok kalabalık olan müzelerde düzeni
sağlıyorlar. Bu arada bahçede dönem giysileriyle dolaşan gençler var, bir ekmek
parası kapısı daha… Moskova’da da Putin, Lenin hatta Mao benzerleri fotoğraf
çektirip para kazanmak amacıyla dolaşanlara da rastlamıştım.
Moskova’da Arbat Caddesi’nde
rastladığımız “orası çok pahalı” diyen çocuklar dışında pek Türkçe bilen yoktu.
St Petersburg’ta ise ilk molamızda “15 Lira kitap” diyen satıcılar sardı
etrafımızı, Türkçe kitap. Şaşırtıcıydı. Başlığı “Petersburg ve Dolayları”,
tercümesi berbat da olsa gene de burada bizleri turist olarak kabul etmişler
diye düşündüm. Bu hemen her durakta böyle devam etti. Lafarge yumurtalardan kitaplara kendi paramızla
alışveriş yaptığımız satıcılar bile oldu. Semaverler, kehribar, malakit vs…
uzayıp gidecek galiba bu yazı ama bir yerde kesmeli anlatmayı değil mi? Gezecek
olanlara da keşfedecek bir şeyler bırakmalı…
Ben ortaokulda iken tarih öğretmenimiz Rusya'ya gittiğinde ( eski rejim çökmemişti henüz 😊) otobüse ayakta bindikletinde herkesin kendilerine tuhaf tuhaf baktığını, ayakta binmek diye bir şeyin söz konusu olmadığını, otobüsten indirildiklerini anlatmıştı. Biz de hayretler içinde kalmıştık. Eskiyi bilenlerin yeni Rusya ile karşılaştırmalarını dinlemeyi çok isterdim doğrusu.
YanıtlaSilyolda gördüğüm otobüsleri hatırlamaya çalıştım şimdi... bizim otobüsten kulağında müzik başını cama dayayan kıza baktığımı hatırladım. Ayakta binen vardı galiba ya -zor soru : ) -
Silminecim çok teşekkürler
YanıtlaSilbu seriyi bakmalara okumaya doyamıyorum
çok teşekkür ederim
SilSevgili Mine,
YanıtlaSilBlog unu keşfedeli seni tanıdığıma bir kat daha memnun oldum. Fotoğrafların ve üslubun harika!
Benden de bir not; Rusya da daha itinalı yaptığı düşünüldüğünden temizlik işlerinde özellikle yaşlı bayanlar tercih edilirlermiş. Ferda G.
nazik yorumunuz ve bilgi için çok teşekkürler... Sıklıkla görüşmek dileğiyle...
Sil