18 Haziran 2014 Çarşamba

Rusya'nın Gizemi ve Beyaz Geceler -3-

Moskova’ya gelip Nazım’ı ziyaret etmeden gitmek olmazdı. Hayalkırıklıkları yaşadığı bir ülkede mezarı Nazım Hikmet’in. En azından ziyaretçisi bol diye düşünüyorum, bırakılan çiçeklerden belli. Bizimle birlikte bildiğimiz en az 3-4 gurup var Türkiye’den gelen.


Novodeviçiy Mezarlığı’na aralarında Çehov’dan Gogol’a Prokofyef’den Kruşçev’e birçok ünlü gömülmüş. Nazım’a yakın kısımda Yeltsin’in mezarı var. Pek sevilmediğini bilsem de çiçek bırakan olduğuna şahit oluyorum. Mezarlığın çevresinde yakılanları ağırlayan duvarlar  uzayıp gidiyor.


 Moskova’daki ikinci günümüzde elinde pankartla Tarih Müzesi’nin önünde duran bu adamı gördüm. Yerel rehberimiz iki yıldır oraya geldiğini ve Putin’i protesto ettiğini söyledi. Kimse bir şey söylemiyor, dokunmuyor, öylece duruyor saatlerce. Pankartta ne yazdığını bilmesem de fotoğrafını çektim birkaç gün sonra. Daha sonra polisler gelip arabaya bindirdi. Yerel rehberimiz bir şey olmayacağını tekrar geleceğini söyledi. Tek başına, yılmadan protesto, üstelik Putin'e …
Rusya’ya gelip bale seyretmeden dönülmezdi ama öyle oldu malesef. Kaldığımız otel Bolşoy Tiyatrosu’na çok yakındı. Sadece dışarıdan fotoğraf çekmekle yetindim. Ön tarafında banklar, fıskiyeli havuzlar var. Beyaz gecelerde insanlar oturuyor, fotoğraf çektiriyor, kitap okuyor, sohbet ediyor.  

Ötede bir caddeye sapıyorum biraz da yanlışlıkla. Bir sürü kafe var. Akşam 18de dolu hepsi. Biraz yukarıda önlerinde biriken iyi giyinmiş kalabalıkların olduğu binaları farkediyorum. İlanlardan tiyatro olduklarını tahmin ediyorum. Hoşuma gidiyor. Müzeler, tiyatro, bale bir gelenek… Bu geleneğin nasıl süreceğini merak ediyorum, Hollywood afişlerinin önünde keman çalan kızları dinleyerek. Bu arada yalnız keman değil adım başı müzik yapan bir gurup var o civarda. Bir alışveriş merkezinin önünde epey kalabalık gençler, biraz yukarıda bir şişe colayı diktikten sonra saksafon çalmaya başlayan bir adam. Oldukça renkli bir alandayız diye düşünüyorum.

Moskova’da metro mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Rehberimiz ufak bir tur attırıyor, değişik süslemeleri olan istasyonlarda inip biniyoruz. Heykelden vitraya hepsi nefis. Öte yandan Rus alfabesi o kadar yabancı ki hiçbir durağı anlamıyorum. Bu durum neredeyse tüm gezi boyunca sürüyor, huzursuz bile oluyorum. Arada üzerinde İngilizce yazılmış birkaç tabeladan alfabeyi çözmeye çalışıyoruz, çözülüyor biraz dikkat edince ayrı konu.


Şehirde rastladığımız bir gurup gökdeleni görünce “işte kapitalizmin zaferi” diyorum. Oysa Stalin dönemine ait 7 tane gökdelen var Moskova’da.  Ve Pedro’nun Avrupa’yı ülkesine nasıl getirdiğini henüz anlatmadım bile.
Yukarıdaki  Stalin gökdelenlerinden biri, üniversiteydi sanırım. Konut olarak kullanılan da varmış.  

Arbat caddesi ünlü caddelerinden Moskova’nın. Bolşoy yakınlarında rastladığım gibi şık değil de daha çok günlük yaşamın caddesi gibi ya da gezdiğimiz saat itibarıyla öyleydi. Puşkin evi gösteriliyor. Fotorafta arkada kalan yükselen yapı sanırım Stalin gökdelenlerinden. Dönüşte tesadüfen bir markete giriyoruz. Kendi aramızda konuşurken bir adam yardımcı olabilirim diyor Türkçe, sağolsun. Can simidi misali atlayıp, Rusların kabalığından dem vuralım derken, bize müşteri velinimettir diyor. Türkiye’den bir sürü turist olduğunu söylüyoruz yani biz müşteriyiz bize göre!  Bu onlar için önemli değil, Türkiye’nin Rusya’dan aldığı işlerin hacmi kadar değil demeye getiriyor galiba. Yorum size kalmış…


Az kalsın unutuyordum. Yukarıdaki kilise "Kurtarıcı İsa" onarımına 250 milyon dolar harcanmış. Onarım hala sürüyor. İçeriye giremedim ama dışındaki detayları ve onarım çalışmalarını izlemek için bir banka oturuyorum. Zamanım var. Gelinler damatlar aileleriyle rüzgara rağmen fotoğraf çektiriyorlar. Birazdan şiddetli bir yağmur başlayacak. Buluşma yerine giderken matruşka satan bir teyzenin fotoğrafını çekeceğim o yağmurda, elbette matruşka alarak… Güzergah istasyon, hızlı trenle St Petersburg’a doğru.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...