Moskova’ya gelip Nazım’ı ziyaret
etmeden gitmek olmazdı. Hayalkırıklıkları yaşadığı bir ülkede mezarı Nazım
Hikmet’in. En azından ziyaretçisi bol diye düşünüyorum, bırakılan çiçeklerden
belli. Bizimle birlikte bildiğimiz en az 3-4 gurup var Türkiye’den gelen.
Novodeviçiy Mezarlığı’na
aralarında Çehov’dan Gogol’a Prokofyef’den Kruşçev’e birçok ünlü gömülmüş. Nazım’a
yakın kısımda Yeltsin’in mezarı var. Pek sevilmediğini bilsem de çiçek bırakan
olduğuna şahit oluyorum. Mezarlığın çevresinde yakılanları ağırlayan duvarlar uzayıp gidiyor.
Moskova’daki ikinci günümüzde
elinde pankartla Tarih Müzesi’nin önünde duran bu adamı gördüm. Yerel
rehberimiz iki yıldır oraya geldiğini ve Putin’i protesto ettiğini söyledi. Kimse
bir şey söylemiyor, dokunmuyor, öylece duruyor saatlerce. Pankartta ne
yazdığını bilmesem de fotoğrafını çektim birkaç gün sonra. Daha sonra polisler
gelip arabaya bindirdi. Yerel rehberimiz bir şey olmayacağını tekrar geleceğini
söyledi. Tek başına, yılmadan protesto, üstelik Putin'e …
Rusya’ya gelip bale seyretmeden
dönülmezdi ama öyle oldu malesef. Kaldığımız otel Bolşoy Tiyatrosu’na çok
yakındı. Sadece dışarıdan fotoğraf çekmekle yetindim. Ön tarafında banklar,
fıskiyeli havuzlar var. Beyaz gecelerde insanlar oturuyor, fotoğraf çektiriyor,
kitap okuyor, sohbet ediyor.
Ötede bir caddeye sapıyorum biraz
da yanlışlıkla. Bir sürü kafe var. Akşam 18de dolu hepsi. Biraz yukarıda
önlerinde biriken iyi giyinmiş kalabalıkların olduğu binaları farkediyorum.
İlanlardan tiyatro olduklarını tahmin ediyorum. Hoşuma gidiyor. Müzeler,
tiyatro, bale bir gelenek… Bu geleneğin nasıl süreceğini merak ediyorum, Hollywood
afişlerinin önünde keman çalan kızları dinleyerek. Bu arada yalnız keman değil
adım başı müzik yapan bir gurup var o civarda. Bir alışveriş merkezinin önünde
epey kalabalık gençler, biraz yukarıda bir şişe colayı diktikten sonra saksafon
çalmaya başlayan bir adam. Oldukça renkli bir alandayız diye düşünüyorum.
Moskova’da metro mutlaka
görülmesi gereken yerlerden. Rehberimiz ufak bir tur attırıyor, değişik
süslemeleri olan istasyonlarda inip biniyoruz. Heykelden vitraya hepsi nefis. Öte
yandan Rus alfabesi o kadar yabancı ki hiçbir durağı anlamıyorum. Bu durum neredeyse
tüm gezi boyunca sürüyor, huzursuz bile oluyorum. Arada üzerinde
İngilizce yazılmış birkaç tabeladan alfabeyi çözmeye çalışıyoruz, çözülüyor biraz
dikkat edince ayrı konu.
Şehirde rastladığımız bir gurup
gökdeleni görünce “işte kapitalizmin zaferi” diyorum. Oysa Stalin dönemine ait
7 tane gökdelen var Moskova’da. Ve Pedro’nun
Avrupa’yı ülkesine nasıl getirdiğini henüz anlatmadım bile.
Yukarıdaki Stalin gökdelenlerinden biri, üniversiteydi
sanırım. Konut olarak kullanılan da varmış.
Arbat caddesi ünlü caddelerinden Moskova’nın.
Bolşoy yakınlarında rastladığım gibi şık değil de daha çok günlük yaşamın caddesi gibi ya da gezdiğimiz saat itibarıyla öyleydi. Puşkin evi
gösteriliyor. Fotorafta arkada kalan yükselen yapı sanırım Stalin
gökdelenlerinden. Dönüşte tesadüfen bir markete giriyoruz. Kendi aramızda konuşurken
bir adam yardımcı olabilirim diyor Türkçe, sağolsun. Can simidi misali atlayıp,
Rusların kabalığından dem vuralım derken, bize müşteri velinimettir diyor.
Türkiye’den bir sürü turist olduğunu söylüyoruz yani biz müşteriyiz bize göre! Bu onlar için önemli değil, Türkiye’nin Rusya’dan
aldığı işlerin hacmi kadar değil demeye getiriyor galiba. Yorum size kalmış…
Az kalsın unutuyordum. Yukarıdaki
kilise "Kurtarıcı İsa" onarımına 250 milyon dolar harcanmış. Onarım hala sürüyor. İçeriye giremedim
ama dışındaki detayları ve onarım çalışmalarını izlemek için bir banka
oturuyorum. Zamanım var. Gelinler damatlar aileleriyle rüzgara rağmen fotoğraf
çektiriyorlar. Birazdan şiddetli bir yağmur başlayacak. Buluşma yerine giderken
matruşka satan bir teyzenin fotoğrafını çekeceğim o yağmurda, elbette
matruşka alarak… Güzergah istasyon, hızlı trenle St Petersburg’a doğru.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder