25 Şubat 2014 Salı

Kaplumbağa - Ali Poyrazoğlu



Kaplumbağa afişini ilk gördüğümde insanın iç dünyasına dair bir oyun olmalı diye aklımdan şöyle bir geçmiş, sonrasında da konusunu okumamıştım itiraf ediyorum. Çok yorgun ve çok uykusuz bir günün ardından uyur muyum, dikkatim dağılır mı, bileti başkasına verip sonra mı gitseydim gibi bir dolu soruyla oturdum tiyatro koltuğuna… Tüm tiyatrolar kırizden dert yanarken oynadığı oyunlarla salonunu her zaman dolduran bir Usta’nın oyunundaydım ve tabii ki ilk sahnelerden itibaren cin gibi çakılıverdim. Konu canevimden vurmuştu!


"Kaplumbağa"’yla birlikte iki yüzyıllık bir döneme kuşbakışı değil de yerden bakmak, unutmanın ölülerimizi bir kez daha öldürdüğünü hatırlamak, geçmişin sayfalarında bugünün bakış açısıyla gezinmek çarpıyor insanı… Harry Robinson, Darwin tarafından Galapagos Adaları’ndan İngiltere’ye getirilmiş. Ve bir gün tek başına yola çıkmış. Çıkış o çıkış. Tarihçiye kendisinin söylediklerinin doğruluğunu anlatmak isterken Lenin’in son sözlerinden bahsediyor, Guernica’da atın ayağının altındaki kaplumbağa olarak tanıtıyor kendini. Siperlerde gezdiriyor, kan revan içindeki gençlerin arasında. Kendini kurtarmak isterken zehirli gazlarla nasıl evrildiğini dehşetle dinledim. Ve Hiroşima’dan sonra bırakıyor anlatmayı, acı çekiyor… Anlaşma yaptığı tarih profesörü abarttığını söylüyor, tepkisiz dinliyor. Oysa Harry yaşadıklarıyla dolu, geçmişi, tüm ölüleri içinde taşıyor, bunların kabuğunu taşımaktan daha zor olduğunu söyleyerek.

Tarihe savaşların, ölümlerin, onca acının gölgesinden bakabilmeyi, ders çıkartabilmeyi belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Tıpkı Harry'nin nin konuşmaya gittiği tarih profesöründe ya da karısında ya da doktorda olduğu gibi kişisel çıkarlar yönetecek dünyayı, basit gibi görünen ama dünyayı yok edecek yıkıcılığa sahip olan…

Ali Poyrazoğlu’nu izlerken bir kaplumbağa görüyorsunuz karşınızda, duruşu, beresi, konuşması… Hele oyunun sonunda bereyi çıkardığında ne kadar terlemiş olduğunu fark edip o yaşta bir insanın sahnede gösterdiği performanstan çok etkileniyor insan. Bir de oyuna girmeden önce ne kadar yorgunum diye hayıflanmışsanız benim gibi, azıcık utanıyorsunuz tabii. Alkışları durdurup yazarı Juan Mayorga’yı, eseri nasıl uyarladığını, sahnedeki daire şeklindeki halının orada oluş amacını vs anlatıyor. İşte en sevdiğim kısımlardan, seyirciyle oyunu daha bir bütünleştiriyor. İyi ki gelmişim diyorum, herkese tavsiye ederken…

Sonradan öğrendiğim provaların halka açıldığı. Gülümseyerek çok iyi bir pazarlamacı olduğunu da düşünüyorum. Ve radyo programlarını ne kadar özlediğimi de… Sahi hala radyoda mı, bilen varsa söyler mi?

7 yorum:

  1. Gerçekten büyük bir ustadır. İsmini hatırlamıyorum tek başın oynadığı bir oyunda gülerken ağlatıyordu. Bu sanat aşkı yaş falan dinlemiyor.Verdiği enerji yetiyor. Bakın Genco Erkal hala her akşam tek kişilik oyunlar oynuyor. Geçen sene Yıldız Kenter sahnede amuda kalkmıştı bütün salon oyunun ortasında ayağa kalkıp alkışlamıştık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Harikalar hep böyle kalıp bize ilham versinler :)

      Sil
  2. İnşallah buraya da gelir.
    Gelmessede gideriz yaw.

    Sağol

    Sanatsever anne

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. o yaşta böyle üretken olabilmek dileğim

      Sil
  3. Ben bu yayını kaçırmışım Mine'cim. Okuyunca şimdi, burada da Hayvan Çiftliği'ndekine benzer postür değişikliği uygulandığını anladım. Bir de Ali Poyrazoğlu'nun yaşını düşününce, gerçekten gıpta edilesi bir performans olmuş.

    YanıtlaSil
  4. merhaba
    4 mays blogger buluşmasına katılmak ister misiniz?
    http://ilkblogdenemem.blogspot.com.tr/2014/03/4-mays-2014-blogger-yzarlar-bulusmas.html

    YanıtlaSil

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...