Kaplumbağa afişini ilk gördüğümde
insanın iç dünyasına dair bir oyun olmalı diye aklımdan şöyle bir geçmiş,
sonrasında da konusunu okumamıştım itiraf ediyorum. Çok yorgun ve çok uykusuz
bir günün ardından uyur muyum, dikkatim dağılır mı, bileti başkasına verip
sonra mı gitseydim gibi bir dolu soruyla oturdum tiyatro koltuğuna… Tüm
tiyatrolar kırizden dert yanarken oynadığı oyunlarla salonunu her zaman
dolduran bir Usta’nın oyunundaydım ve tabii ki ilk sahnelerden itibaren cin
gibi çakılıverdim. Konu canevimden vurmuştu!
"Kaplumbağa"’yla birlikte iki
yüzyıllık bir döneme kuşbakışı değil de yerden bakmak, unutmanın ölülerimizi
bir kez daha öldürdüğünü hatırlamak, geçmişin sayfalarında bugünün bakış açısıyla
gezinmek çarpıyor insanı… Harry Robinson, Darwin tarafından Galapagos Adaları’ndan
İngiltere’ye getirilmiş. Ve bir gün tek başına yola çıkmış. Çıkış o çıkış.
Tarihçiye kendisinin söylediklerinin doğruluğunu anlatmak isterken Lenin’in son
sözlerinden bahsediyor, Guernica’da atın ayağının altındaki kaplumbağa olarak
tanıtıyor kendini. Siperlerde gezdiriyor, kan revan içindeki gençlerin arasında.
Kendini kurtarmak isterken zehirli gazlarla nasıl evrildiğini dehşetle
dinledim. Ve Hiroşima’dan sonra bırakıyor anlatmayı, acı çekiyor… Anlaşma
yaptığı tarih profesörü abarttığını söylüyor, tepkisiz dinliyor. Oysa Harry
yaşadıklarıyla dolu, geçmişi, tüm ölüleri içinde taşıyor, bunların kabuğunu
taşımaktan daha zor olduğunu söyleyerek.
Tarihe savaşların, ölümlerin, onca acının gölgesinden bakabilmeyi, ders çıkartabilmeyi belki de hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Tıpkı Harry'nin nin konuşmaya gittiği tarih profesöründe ya da karısında ya da doktorda olduğu gibi kişisel çıkarlar yönetecek dünyayı, basit gibi görünen ama dünyayı yok edecek yıkıcılığa sahip olan…
Ali Poyrazoğlu’nu izlerken bir
kaplumbağa görüyorsunuz karşınızda, duruşu, beresi, konuşması… Hele oyunun
sonunda bereyi çıkardığında ne kadar terlemiş olduğunu fark edip o yaşta bir
insanın sahnede gösterdiği performanstan çok etkileniyor insan. Bir de oyuna
girmeden önce ne kadar yorgunum diye hayıflanmışsanız benim gibi, azıcık
utanıyorsunuz tabii. Alkışları durdurup yazarı Juan Mayorga’yı, eseri nasıl
uyarladığını, sahnedeki daire şeklindeki halının orada oluş amacını vs anlatıyor.
İşte en sevdiğim kısımlardan, seyirciyle oyunu daha bir bütünleştiriyor. İyi ki
gelmişim diyorum, herkese tavsiye ederken…
Sonradan öğrendiğim provaların
halka açıldığı. Gülümseyerek çok iyi bir pazarlamacı olduğunu da düşünüyorum.
Ve radyo programlarını ne kadar özlediğimi de… Sahi hala radyoda mı, bilen
varsa söyler mi?
Gerçekten büyük bir ustadır. İsmini hatırlamıyorum tek başın oynadığı bir oyunda gülerken ağlatıyordu. Bu sanat aşkı yaş falan dinlemiyor.Verdiği enerji yetiyor. Bakın Genco Erkal hala her akşam tek kişilik oyunlar oynuyor. Geçen sene Yıldız Kenter sahnede amuda kalkmıştı bütün salon oyunun ortasında ayağa kalkıp alkışlamıştık.
YanıtlaSilHarikalar hep böyle kalıp bize ilham versinler :)
Silİnşallah buraya da gelir.
YanıtlaSilGelmessede gideriz yaw.
Sağol
Sanatsever anne
o yaşta böyle üretken olabilmek dileğim
SilBen bu yayını kaçırmışım Mine'cim. Okuyunca şimdi, burada da Hayvan Çiftliği'ndekine benzer postür değişikliği uygulandığını anladım. Bir de Ali Poyrazoğlu'nun yaşını düşününce, gerçekten gıpta edilesi bir performans olmuş.
YanıtlaSilMaşallah diyorum aman nazar değmesin
Silmerhaba
YanıtlaSil4 mays blogger buluşmasına katılmak ister misiniz?
http://ilkblogdenemem.blogspot.com.tr/2014/03/4-mays-2014-blogger-yzarlar-bulusmas.html