Dinler Tarihi'yle ilgiliyseniz
Ortadoğu bir mıknatıs gibi etkisi altına alıverir ya sizi. Mecburi istikamet
Mısır'a doğru yol almaya çalışırken, Orta Asya, Hindistan, Çin, İran karşınıza
dikiliverir. Hep doğuya doğru olur yönünüz. Güneşin doğuşunu yakalamaya
çalışmak gibi... Yanı başınızda olanlara yani tam aksi yöne bakmayı unutursunuz
ya da hiç ilginizi çekmemiştir bugüne kadar Batı. 'Siz kaos insanı mısınız, ruhunuz
rutinlerin, dinginliğin insanıyken, aklınız karmakarışıkken...' Arkanıza
dönersiniz birden. İndirimdeki bir kitapla üstelik... "Avrupa Ne mi
İstiyor, Zizek mi, hem de bu kadar
ucuzken, okurum canım bir ara!"
Sömürgeler, aydınlanma, özgürlük
timsali, refah devletine açılan sosyal devletle taçlandırılmış ülkeler birliği.
90'ların başında komünizmin çözülmesiyle tarihin, ideolojilerin bittiği,
sınırların kalkacağından bahsedilen zamanlara gider aklınız. Nato sınırındaki
ülke Türkiye'nin stratejik öneminin kalmadığına dair yapılan yorumlara... Sonra
Yunanistan krizinin patlak verdiğini duyarsınız. Ama Batı'ya öyle inanmışsınızdır
ki kitapta yazılanları aynen geçirdiğinizde bile inanmaz olup, itiraz etmişsinizdir
refah devletinin iflas ettiğine...
Kitabı alır ve bırakamazsınız
elinizden. Hırvatistan, Slovenya ve Yunanistan'dan iki entelektüel ve bir
politikacının zihin açıcı sözlerinde dolaşıp durursunuz. Euro bölgesinde bir
ülkenin yaşadıkları ve belki de kurtarılmak istenmemesi. Öyle ya boğulan insanı
üzerine atılan ağırlık mı kurtarır yoksa uzatılan ip mi? Belki de sosyal
devleti çökerterek kendi ucuz işçisini yaratmanın peşindedir birlik...
Aklınızda "Tembellik Hakkı" üretim fazlasının tüketilebilmesi için
işçiye verilen hafta sonu tatilleri gelir ister istemez... Yeterince
tüketemediği için ayaklanan insanlar yani maaşların alınamamasının, işsiz
kalınması, kimi hakların kaybının yarattığı sonuçlar. Tüketim sisteminde
boğulmuşken birden elinizden alınıverilir. İnsanlar kendilerini kötü
hissettiklerinde alışveriş çılgınlığı yaşarken gelinen nokta bambaşkadır.
Birlik kendi kendine yetemezken bir de üzerine kendi yarattıkları savaşlardan
kaçan mülteciler eklenir.
Sonra o güne kadar neredeyse
Osmanlı toprağıyken ilgilendiğiniz Balkanlar'ın bu birliğe girmesi, demokrasiye
inanç, kapitalizm gittiği nokta, Çin kapitalizmi, Taliban neoliberalizmi
arasında savrulurken tokat gibi çarpar yüzünüze "geleceğimizi sattıysanız,
gelecek diye bir şey yok" sözleri!
Bugün doğduğum topraklardan akın
akın gidilen, gitmek için can atılan bir kıtadan bahsediyor kitap. Kocaman bir
çatlağın oluştuğundan, neler olabileceğinden dünyada ve Avrupa'da... Olay
Avupa'nın ne istediğinden çok nereye doğru gittiği sanırım. Hele de benim gibi günlük siyasetle
ilgilenmiyorsanız, zihin açıcı bir kitap...
Arka Kapak
""Avrupa Nedir?"
sorusu, Eski Kıta'nın coğrafi olduğu kadar iktisadi, siyasal ve sosyokültürel
sınırları, Avrupa Birliği, Avrupalılık-Avrupa vatandaşlığı gibi temalar hayli
uzun zamandır tartışılıyor; bu tartışma özellikle 2000'li yılların henüz
başında yaşanan ekonomik kriz dolayısıyla daha da yoğunlaştı.
Dünyaca tanınan Sloven düşünür
Slavoj Zizek, yanına Hırvatistan'ın genç kuşak entelektüellerinden Srecko
Horvat'la Yunanistan'daki radikal sol muhalefet hareketi SYRIZA'nın lideri
Aleksis Tsipras'ı alarak tartışmaya katılıyor, gündemdeki bu konulara hep
beraber Avrupa'nın doğusundan bir perspektif sunuyorlar.
İlk bakışta, kitabın ana ekseni
Yunanistan'da yaşanan ekonomik kriz ve buna bir tepki olarak doğan SYRIZA
olarak gözüküyor; ancak Zizek, Horvat ve Tsipras bu çerçevenin ötesine geçiyor
ve buradan hareketle yeni bir muhalefet biçiminin, yeni bir solun, hatta yeni
bir Avrupa'nın mümkün olup olmadığını sorguluyorlar.
Yaşadığımız günleri anlamlandırma
açısından, dünyanın nereye doğru gittiğini, yakın gelecekte insanoğlunu nelerin
beklediğini düşünme açısından önemli bir katkı..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder