24 Nisan 2019 Çarşamba

Sessizce Dön - Özcan Yüksek


Sonra o yolu anlatan kitap düşer aklına. Onca yıldan sonra öğrendiklerini,  tekrar okumanın heyecanına katar ilerlersin sayfalarda...  Kimbilir belki bir gün çok çok  istediğin Afganistan hatta biraz ileri Pakistan'a doğru gidersin gerçekten... Ama şimdi Mevlana'nın doğum yeri Belh'e doğru uzanma zamanı. Bir yandan okur, bir yandan gözlerini kapar fotoğraflarını gördüğün kumdan hayaletlere dalarsın için titreyerek...

Kimi güzargahlar olmasa tarihin bambaşka olacağını anlatan en güzel örneklerdendir Bahaeddin Veled ve ailesinin göçü. Moğollar önüne kattıkları insan bulutuyla batıya doğru ilerlerken Mevlana da, Celaleddin Belhi'den Celaleddin Rumi'ye döner ağır ağır. Torunlarının Anadolu'da yaşamalarından ve türbesinin Konya'da olmasından olsa gerek Afgan olarak anılmasına çok şaşırmıştım ilk duyduğumda. Öyle ya doğum yeri Anadolu değildi, Rumi değildi aslında. Onun için farketmese de ister istemez o göç olmasaydı neler olabileceğini düşünmeden edemiyor  insan. Şems'le gene tanışırdı belki. Gene giderdi Şam'a eğitim almaya ya da Anadolu'ya uğrardı, Selçuklu himayesine girmeden kimbilir...

Dinler tarihi peşinde ağır ağır ilerlerken, tüm dinlere kucak açmış Mevlana'nın ışığında dolaşıyorum sayfalarda. Beden ve ruh bu ara aklımda sıklıkla. Ruhani varlık olarak insanın yolculuğu daha çok ilgilendiriyor kimbilir... Belki dünya, 13. yüzyılda Anadolu'da olan  Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Yunus Emre'ye ihtiyaç duyulduğu gibi bir döneme giriyor kimbilir. Kaostan kaçış var mı, dünyevi hesaplardan? Savaş, acı, yoksunluk mu kendine yöneltiyor insanları? Cevaplar zamanda, içimizde kimbilir...

"Varlığını atınca, benlikten kurtulunca, gel de sen ruh içinde ruhu gör! Çok çok canlar, hepsi de tek olmuş. Ayrı ayrı bedenlerde yaşayan canlar birleşmiş. Yıldızlar nerede?

Dereler halinde denize doğru koşup duran, bütün susamış canlar, denize kavuştukları zaman, denizde yok olurlar, bu hakikati bilen tek varlık nerede?

Uzak, yakın mesafeler, köyler, şehirler, iklimler, memleketler, çeşit çeşit diller konuşan, çeşit çeşit renkte olan, çeşit çeşit dinler taşıyan insanların hepsi de bu tarafta; denizin öte tarafında ne şehir var, ne iklim, ne de memleketler, insanlar var.

Bu beden eliyle ne yazarsa mutlaka onu kalemle yazar. Fakat canın kendisine yazdığı yazıda kalem bulunur mu? Kalemler nerede?

İnsanın aklı da, fikri de, ondan ayrı düştüğü için soğumasından ileri gelir. Fakat insan, aşk şarabı ile kırışınca, ne akıl kalır, ne fikir.

Evet, aşk şarabı ile kendinden geçişte bir başka çeşit akıl vardır. Fakat gönlü yanık bir kişinin aklı nerede, korkulu ve karışık rüyalara dalmış akıl nerede?

Kuş, kafeste kaldığı müddetçe bir başkasının emri altındadır. Kafes kırılıp da kuş uçunca, ona verilecek emirler nerede?" Sh 188  

 Arka Kapak

"Yola çıkan, yolun karakterini kazanır" diyor Özcan Yüksek. Mevlana'nın büyük göçünü, Mevlana oluşunu anlatıyor. Çöller, dağlar, sınırlar aşıyor. Mevlana'nın geçtiği yolları geçerken, kendisi de döne döne dolanıyor; Horasan'da, İran'da, Suriye'de ve başka diyarlarda, Mesnevi'de ve Divanı Kebir'de, ruhsal bir yolculuğa çıkıyor.

"Ayrılık bazen bütün acıların kaynağı gibi gözükür. Belki de insan sonsuz bir ayrılık acısıyla doğmuştur. Ve o doğum, kopmaktır, ayrılmaktır. Yaşanan bütün küçük ayrılışlar, işte bu büyük ayrılığın parçalarıdır.

Bu ayrılıktan uzaklaşmak için kaçmak ister belki de insan, ama nereye kadar kaçabilir ya da kaçabilir mi? Yayımı gerdim ve okumu fırlattım, Belh'ten o yana fırlattım. Bir kere ok yaydan kurtulunca kim yakalayabilir ki onu?

Rumi der:

"Damarlarım attıkça, canım bedenimde oldukça kaçmaktayım.""



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...