Discovery Channel'daydı sanırım,
dahice fethedilen on şehirden bahsediliyordu. Bizim yeniçağın başlangıcı olarak
kabul ettiğimiz İstanbul'un fethine sıra geldiğinde, gemilerin karadan geçirilmesi
falan anlatılmadı. Şehrin alınması,surları dövmek için icat edilen güçlü
toplara bağlandı. Zaten Avrupa, İstanbul'un fethini yeniçağ başlangıcı olarak
kabul etmiyordu değil mi? Bu bilgiler, kendi sınırları içinde kahramanlık
hikayeleriyle yetişmiş bir kaç cümleyle dünyaya kafa tuttuğunu sanan bir toplum
için değişik ve uzak geliyor değil mi?
Kitapla alakası olmayan bir
konuyla neden giriş yaptığımı merak etmişsinizdir. Romanın girişinde baharın
gelişini kutlamak için uçurulan uçurtmalarla yapılan kutlamadan bahsediliyor.
Bin yıldır Hintlilere ait olduğu söylenen bahar kutlamaları... Hani Anadolu'da
terör simgelerinden görülen ve bin yıllık geçmişi olduğu söylenerek sahip
çıkılan baharın gelişi kutlamaları... Şamanlarda, eski Türkler'de de olan bir gelenekten bahsediyorum. Sanırım bu bir
topluma ait olmaktan çok insanlığa ait bir kutlama... Düşünsenize doğanın
renklendiği, cıvıl cıvıl tüm canlıların kapandığı yerlerden ortaya çıktığı
baharın gelişi, eskiler için nasıl da şaşırtıcı ve kutlanası değil mi? Şimdilerde
doğadan uzaklaşan hatta taşlaşmayı ürkütücü memnuniyetle kabul eden insanlık
için biraz uzak geliyor sanki ve bu çok üzücü...
Dinler tarihinde dolaşırken ister
istemez coğrafyalara ve orada yaşananlara da dalıveriyor insan. Ve tarihlere...
Mesela 1979- 80 arası Türkiye'de, İran'da, Afganistan'da hatta Pakistan'da
olanlar... Hindistan'dan bölünen Pakistan ya da Ortadoğu'nun ufacık ufacık
ülkelere bölünmesi ve karışıklıklardan bir türlü kurtulamaması... Böylesine
benzerlikler, insanın içini sızlatıyor aynı şeyler Türkiye'de de olmak üzere mi
diye düşünmeden edemiyor insan...
Kenizé Mourad, Osmanlı
hanedanının yurtdışına sürülen torunlarından... Hani Fransa'da yaşayan bir
arkadaşımın onun kitabını okuyup ama sultan sülalesine çok kötü davranılmış ama
çok kötü davranılmış diye veryansın ettiği... Hep dediğim gibi geçmiş kimden dinlerseniz
öyle... Anadolu'da ninelerinin, dedelerinin neler yaşadığından bihaber genç
nesil, üzücü bir şekilde... Yazarın Filistin'le ilgili yazdığı kitap
aklımdayken raflarda gördüğüm Pakistan'la ilgili romanına kayıtsız kalabilir
miydim? Hele de Afganistan ve Pakistan gitmeyi nasıl istediğimi duymayan,
bilmeyen kalmamışken...
Roman da olsa anlatılan
coğrafyayla ilgili harita görmeye bayılıyorum kitaplarda... Ki bu romanın
başında da gördüğüm haritaya bayıldım. Lahor'un ayrılmadan önce Hindistan'ın
kültür başkentlerinden olduğu, ayrılırken neler yaşandığı, şimdiki durum ...
Nefis bir hikaye eşliğinde anlatılıyor... Yazar, Pakistan'daki kuzenlerini
ziyaret ederek yazmış bu hikayeyi, gerçek kişilikler ve belli ki gerçekten
yansımaları olanlar romanda... Bizim bakışımız ve o ülkelerde yaşayan
insanların olaylara bakışına dair, hoş bir kurgu eşliğinde okunacak bir
roman... Sadece Afganistan, Pakistan, Hindistan'a dair değil Çin, Rusya,
Amerika, Arabistan'ın işin içine karıştığı olaylar... Zaten bizim de dahil
olduğumuz bu coğrafyalarda aksi söylenebilir mi? Yazılacak ne çok şey var, en
iyisi kitabı alın okuyun derim. Kimbilir belki bu sene giderim Pakistan'a ve
tekrar okurum bu kitabı... Belli mi olur, inşallah olur, bana şans diler
misiniz?
Arka Kapak
"Kenizé Mourad bu sarsıcı
aşk romanıyla bizi az tanınan ve gizemli bir ülkeye "Pak İnsanlar
Ülkesi" Pakistan'a götürüyor.
Fransız gazeteci Anne, nükleer
güce sahip tek Müslüman ülke olan Pakistan'da bombanın teröristlerin eline
geçme riskini araştırıyor. Sarayları, camileri ve Moğol bahçeleriyle meşhur
Lahor'un aristokratik güzelliğinde, genç kadın her türden casusluk şebekeleri,
askerler, polisler, köklü aileler ve cihatçılarla karşılaşıyor.
Genç kadın çok iyi saklanan bir
sırrı ortaya çıkaracak: Başlıca petrol yollarının tam kavşağında Çin'in devasa
bir petrol terminaline dönüştürmekte olduğu, Pakistan'ın küçük liman şehri
Gwadar etrafında, Çin ile Amerika Birleşik Devletleri arasında yaşanan savaş.
Anne ayrıca ölümcül bombalı
saldırılardan sorumlu olan bir aşırıcı örgütün içine sızmayı deneyecek, onlar
tarafından kaçırılacak, açlığı, susuzluğu ve ölüm korkusunu tadacak.
Ona kılavuzluk edenler arasında
bulunan tuhaf arkadaşı Karim onu kurtarabilecek mi? Lahor'da Beckett'in
eserlerini sahneleyen tiyatrocu Karim; Pakistan'ı büyük birr tutkuyla seven ve
tehlikeli bir sır barından Karim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder