Elinizde bir bardak çay ya da bir
fincan salep yağmur altında, deniz kenarında, algıların açıldığı o anlar…
Satırların arasında dolaşırken kalbinize atılan çizikler… Yalnızca siz,
satırlar ve doğa… Çevredeki her şey film şeridinden akar gibi sizden uzakta,
bir o kadar içinizde, satırlara eşlik ediyor…
Öyle zamanların birinde, bir
deniz kenarında, hafif rüzgarla birlikte başladım ilk hikayeye… Tipik taşra ya
da bir dönem ailelerinden mi desem kalbime çizik atan sonuyla… Bakmadığınız Bir
Yer Kalmıştı, kimi zaman içine girdiğim kimi zaman anlamaya çalıştığım ama ille
de hüzünlü bir çizikle son satırı okuduğum hikayelerle dolu…
Birinci tekil şahısın ağzından
yazılmış, kapalı kapıların ardındakileri anlatan, anlatırken burkan,
bilmediğimiz ancak tahmin edebileceğimiz dünyaları aralayan hikayeler… Aynı
cinse duyulan istek, bu yoldan para kazanma, iç savaşın utançla kararttığı
dünyalar, aşkın yaşattığı şiddetli tutku, kıskançlık, farklı dinlerden
evlilikler, ne kadar modern gözükse de ataerkil dünyayı ardına alan güven dolu
saçmalıklar… Dili basit, samimi, dünyasına alan, almaya çalışan kısa öyküler…
Arka Kapak
“İç Savaş bütün diğer savaşların
da mantığının en net göründüğü yerdir. Komşunu vur. En yakınını. Belki de bu
yüzden işte iç savaştan geçmiş toplumlar dünya üzerinde yapılmış bütün
savaşların suçunu da üstlenmiş gibidir. Bu yüzden utanırlar iç savaş
mağdurları. İşte tam da bu utanç, caddelerdeki, sokaklardaki ya da şimdi bu
kafede yüzlerdeki bu utan. İfadesi, demin kaldırımda seyrettiğin o dinamizmi
müstehcen hala getiriyor. Ölümcül bir müstehcenlik sergiliyor Beyrut şimdi.”
İster ülkelerin içinden geçtiği
iç savaşlar olsun, ister bireylerin kendi içinde yaşadığı ve yaşattığı
içsavaşlar, Bakmadığınız Bir Yer Kalmıştı’daki öykülerin gizli isteği. Müdahale
edememişliğin ya da önlemeye yetememişliğin dünyaya iradesiyle bakan insana
yüklediği o ağır yükü anlatıyor Ahmet Tulgar öykülerinde. Her zamanki titiz
dili, hep eksilterek şeffaflaştıran anlatımıyla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder