WadadMakdisi Cortas okurken damadı olduğunu öğrendiğim Edward Said’i hiç okumadığımı
fark ettim. Algının seçiciliğiyle olmalı, raflarda görür görmez hemen aldım. Gerek
Said’de gerekse Maalouf’ta fark ettiğim bir şeyi öncelikle belirtmeliyim
sanırım. Said, Filistin’den bahsederken “biz” diyor, aynı zamiri Amerika için
de kullandığını okurken Maalouf geliyor aklıma… Kökenlere, aitliğe dair
söyledikleriyle… Genç yaşta ayrıldığınız doğduğunuz ülkeye aitken hayatınızın
çok büyük bir kısmını geçirdiğiniz ülkeye de aitsiniz. Kişiliğinizi etkileyen
yaşadığınız yerler, dolayısıyla birini tanımlarken hepsi dikkate alınmalı… Oysa
milliyetçilik ağır basar ve yurtdışında doğmuş, büyümüş ya da hayatının büyük
kısmını orda geçirmiş insanların aitliğini sahiplenmek daha kolay gibi gelir
çoğu zaman…
Yüzyıllar boyunca yaşamadıkları toprakların kendilerine vaat edildiğini söyleyerek sahip
çıkan bir halkla ülkesizleştirilmeye çalışılan diğerinin hikayesi diye başlasam
yazmaya… Ne çok şey var söylenecek… Osmanlı’dan sonra İngiliz Mandasına giren
Filistin topraklarında aldıkları yerlere yerleşen, 2.Dünya Savaşı’ndan sonra da
devlet kurmalarına izin verilen Yahudiler bu toprakları kendilerine ait olduğunu iddia
ediyorlar.
İsrail’in
çoğu yerinde bir asma dalındaki üzüm sembolü vardır. Musa’nın Nebo Dağındayken
vaad edilmiş toprakları işaret ettiği, yerleşmek için gönderdiği adamların ellerinde
asma dalıyla gelerek bu toprakların bereketli olduğunu kanıtladığını anlatır bu
sembol. Cümleler ardı ardına kuruluyor zihnimde bir yandan da nerden
başlayacağımı bilemiyorum. Katolik dünyanın Yahudilere düşman olması,
istememesi erken yüzyıllara dair. Peki Rusya ve İngiltere’nin istememesi nasıl
açıklanıyor? Açıkçası bir ülkeye burası bizim diyerek yerleşilmesi kendilerine
yapılan bir kıyımla hareket ederek toprak sahibi olmaları dehşet verici! Daha
da dehşet verici olan eleştirilmek istendiklerinde Yahudi düşmanı olarak
saldırıya uğranması.
Arapların
Gözünden Haçlı Seferleri’ni okurken bir türlü birlik olamayan Arapların
tavırlarını inanamazken sonrasında gelen tehlikenin büyüklüğünü fark
edemedikleri için küçük çözümlere yönelmelerinin haklı olduğunu düşündüm. Filistin
işgaline karşı birlik olmaya çalışan Araplara takılıyor aklım. Silah
ticaretinin pompalandığı, savaşın bitmediği bir bölgede
yaşananlara… 1967 de İsrail işgalinin artması. 1982’de Lübnan’a girilmesi.
Ürdün’ün büyük çoğunluğunun Filistinli olduğunu biliyor muydunuz? Ne Mısır’da,
ne Lübnan’da ne de Suriye’de tam olarak vatandaş kabul edilmediklerini… Bugün
Batı Şeria’da her Filistin yerleşiminin yanında bir de Yahudi yerleşimi
olduğunu, inşa edilen bir dolu yolla apartheid uygulandığını… Öte yandan Said,
bölgede Arapların sayısının Yahudilerden
her zaman fazla olacağını söylüyor yani çevrelenmiş Arap nüfusuyla apartheidin
süremeyeceğini… Bu kitap 11 Eylül öncesi ve sonrası görüşlerine dair merak okuduğum
söyleşilerden oluşuyor. Amerika’nın beslediği ve düşünülenden fazla büyüyen Bin
Ladin’dan önce de bahsedilmiş. Yani Bin Ladin’in zarar verileceği tahmin
edilebilen bir durum!
Amerikan
sinema ve dizilerinde sıklıkla Irak’ta ve Afganistan’da savaşan askerlerin anılarından
bahsederken götürülen demokrasiden, teröristlerden bahsedilir. Görülen o ki
Afganistan soğuk savaşa kurban giden bir
ülke olmuş maalesef. Orta Doğu’da öyle değil mi?
Bir
yanda askeri işgal diğer yanda protesto için yapılanlar. Amerika’daki kimi
üniversitelerin İsrail’e ait olan hisselerini elden çıkarması mesela. Öte
yandan Said, entelektüellerin protesto ederek İsrail’e gitmeyişini bir nevi
tembellik olarak görüyor. Örneğin Mısır’dan İsrail üniversitelerine çağrılanların
neden Filistin üniversitelerine de gidebileceklerini işin kolayına kaçıldığını
söylüyor. Öte yandan medya bombardımanı konusunda üstünlüğe sahip İsrail’e
karşı mesajlarla Arapların da karşılık verebileceğini, bundan vazgeçilmemesini,
sindirildiklerini anlatırken tanıdık konular sürüp gidiyor. Birlikte yaşamanın
ağır bedellerle uzun bir süre sonra olacağına inandığını söylerken son
söyleşiden 15 yıl sonra değişmeyen şeylere bakarak ne derdi diye düşünmeden
edemiyorum. Umut etmek önemli evet ama bir şeyler yapmak daha da önemli sanırım.
Filistin’deyse duvar, kontrol noktalarıyla sınırlanan, bezdirilen insanlar
sindiriliyor. Araplara yöneltilen terörist imajı artarak devam ederken bölgede
kan dökmenin ardı arkası kesilmiyor. Öte yanda bir dolu petrol zengini ülke.
Açıkçası herkes kendi çıkarlarında iktidarlar kazanacakları paranın derdinde.
Orta Doğu hakkında okurken ve düşünürken aklımda sürekli olarak Anadolu var.
Canım Anadolu’m … Kafam karışık…Yazdıklarım da öyle sanırım, affola...
Arka
Kapak
“Biz
tarihimizin önemli bir kısmında kapalı bir toplum olarak bırakıldık. Biz
görünmez insanlarız, görünmez bir halkız. Biz hikayemizi anlatmakta,
anlatımızın bilinmesini sağlamakta pek başarılı olamıyoruz. Filistinliler
İsraillilere şöyle seslenmek durumundalar:’Biz buradayız, siz de buradasınız.
Bu gerçeği yadsıyamazsınız, bizi de ebediyen baskı altında tutamazsınız. Kendi
geçmişinizdeki, bizim geçmişimizdeki gerçeklerden kaçamazsınız.’
Filistinlilere, Araplara ve Müslümanlara karşı iflah olmaz derecede ırkçı
nefretle hareket eden bir dolu propagandacı olduğunu biliyorum. Oysa onların
beni sürekli saldıracak biri olarak görmeleri kendi payuma bir tür iltifattır.
Hem bu sayede daha çok sayıda insanın dikkatini benim çalışmalarıma ve
yazılarıma çekmiş oluyorlar. Bu yüzden onlara daha fazla üreterek karşılık
vermeyi uygun bulurum. Onların istediği, benim sesimi kesmem. Ama ben ölüp
gidene kadar böyle bir şeyi boşuna bekleyecekler.”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder