Yazmaya başladığımda kimin ağzından yazacağım sorusu da gündemime geldi. Ve okuduklarımı bu açıdan da dikkate alır oldum. Kendim ya da karakter ya da bağımsız biri de anlatabilirdi. Ama tamamen o karaktere bürünmek büyük ustalık istiyordu.
Kadınlar daha hassas ve dikkatli
olabildikleri için erkek adına da yazabilirler diye düşünüyorum. Nitekim LouSalome, Feniçka’da bunu gayet güzel yapmıştı. Erkek egemen bir toplumda yaşamayı,
psikolog olmasına rağmen bir erkeğin nasıl davranabileceğini, hissedebileceklerini
çok güzel anlatmıştı. Bana göre hassas, duyarlı kadın doğasını her erkek anlatamayabilirdi.
İşte bu noktada Stefan Zweig Bilinmeyen Bir Kadının Mektup’uyla vurdu diyebilirim.
Yirmi Dört Saat ve Mekup’ta da iki kadının tutkularının esiri olarak
yapabileceklerini anlatıyordu, bir kadın duyarlılığında! O dönem Freud ve
psikanalize ilgi yoğun olduğu için bu konuların irdelenmesi, gündeme gelmesi
değişik ve yenilikçi olmalı diye düşünüyorum, 100 yüzyıl öncesinden
bahsediyoruz…
Stefan Zweig, kitabın girişinden
itibaren ilgiyi çok iyi ayakta tutuyor. Girişteki öfkeli, merak uyandıran kavga
yerini bambaşka bir konuya bırakıyor, sonlara doğruysa hiç beklemediğimiz bir
24 saat bekliyor bizi. Bir kumarbazın doğasına dair yapılan inceleme bugün de
geçerli değil mi? Ya da bir türlü vazgeçemediğimiz karanlık doğamızdaki
tutkular… Anlamsızca peşinden sürüklendiğimiz… Ellere dair tanımlamalar beni
biraz yorsa da çok iyiydi. Yüzlerde yakalamaya çalıştığımız ipuçlarını tüm
bedende aramak o dönemden itibaren geçerliliğini koruyor.
Yazarın intihar etmesini insan
doğasını bu kadar iyi analiz etmesine bağlıyorum. İki savaşın ardından umut
kalmadığını düşünmesi kaçınılmaz. O dönemden bugüne değişen bir şey var mı
sizce?
Arka Kapak;
“Modern Klasikler Dizisi – 52
Zweig bu novella’sında bir
kadının yaşamını bütünüyle değiştiren yirmi dört saatlik deneyimi anlatırken,
insanda içkin saplantıların ve dayanılmaz arzuların sınırlarında gezinir.
Özgürce ve tutkuyla içgüdülerin peşine takılan bir kadının bu kısa ve yoğun
hikayesi, kadın kalbinin sırlarına ermiş ustanın kaleminde olağanüstü bir
anlatıya dönüşür. Yapıtı için mekan olarak muhteşem atmosferiyle Fransız
Riviera’sını seçen Zweig, 1920’li yılların sonlarında Avrupa’nın “kibar”
tabakasının ikiyüzlü ahlak anlayışına yönelik eleştirel tavrıyla dikkat çeker.
Stefan Zweig(1881-1942): Roman,
şiir, öykü, deneme ve oyun gibi farklı türlerde yetkin ürünler veren yazar,
Viyana’da doğdu. Avusturya, Fransa ve Almanya’da öğrenim gördü. 1913’tee Salzburg’a
yerleşti. 1934’te Nazilerin baskısı yüzünden bu kentten ayrıldı. Önce İngiltere’ye,
1940’ta da Brezilya’ya göç etti. 1942’de karısıyla birlikte intihar etti.
Psikolojiye ve Freud’un öğretisine duyduğu ilgi onu derin karakter incelemeleri
arasında Balzac, Dickens ve Dostoyevski’yi konu aldığı Drei Meister (1920;Üç
Büyük Usta); ……..”
benimde çok beğendiğim kitaplardan biri oldu .. keşke zweig'ı tanıma şansımız olsaydı..
YanıtlaSilya sormayın yaşasa daha çok eser verse dediklerimden...
Sil