Adı gibi şeker pembesi rengiyle
kalbi çalıveren kitap ne zamandır algımın sınırlarında dolaşırken sevgili okumaarkadaşım denemelerden dem vurdu. 1001 Gece Denemeleri, çağrıştırdığı masal
havasıyla Şair’in Romanı’ndan sonra iyi gidebilir diye düşünürken neden olmasın
deyip okumaya karar verdik ki daha ilk sayfadan bizleri bekleyen sürprizlerden
habersizdik henüz…
Ve işte ilk cümle;
“Ey okurcuk, canlı ve cansız
yayınımız adına hepinize manzara löpüyle boyanmış ve de sütbeyaz atlara binmiş
sabahlar dileriz.”*
“Sütbeyaz atlara binen” bir sabah
mıydı bilinmez ama yüzümün hali tam olarak şaşkınlıkla patlattığım kocaman bir
gülümsemeyle “manzara löpündeydi.” İlk denemenin konusu Mahatma Gandhi yani
oldukça ciddi bir konu. Yani hayatını Satyagraha’ya
(şiddete yer vermeyen direnmeye) adamış “Büyük Usta”’nın mücadelesine ve kazandığı
zafere dair bir deneme. Ciddi olmak bir yana bir yandan okurken bir yandan
yüzüme ister istemez otuveren gülümsemeyle dile takılmıştım.
“Söyleyeceklerini en sıradan
sözcüklerle kokulandırır.”**
Bedenimin yapısından da
anlaşılacağı üzere bugüne kadar kelimeleri lezzetlendirmiş, doyurmuş belki
renklendirmiştim ama hiç kokutmamıştım. Sahi kokan sözcükler… Nasıl ama? Ah durun daha bitmedi “arkasız terlik örneği
anlatımlara da yüz vermez” cümlesiyle başlayan paragrafa göz atmadan olmaz;
“Gandhi arkasız terlik örneği
anlatımlara da yüz vermez. Aynı kesinlemelere dört bir yandan el atarak sözlerinin
aydınlığını arttırmaya çalışır. Bir tümceyi yinelemek gereği duyduğu vakit de,
söze ya “Bu yüzden” ya da “Demek ki” gibi, pitik
pitik gül fidanlarına el atar. Böylece en yufka akıllılarının kafalarına
bile sözlerini çivi gibi çakar. Ona göre değersiz insan yoktur. Herkes bir
varlık gösterebilir.”**
Bu nefis adamın hayatını
özetleyen ilk denemeden sonra gelen hepimizin bildiği Christy Brown’un hayat
hikayesiydi. Bir yandan “Sol Ayağıyla Düşünen Adam”a tekrar hayran olurken diğer
yandan 22 çocuğuna rağmen Chris’ten vazgeçmeyen anne babasına hayranlığım
arttı. Annelerin kalbinin her çocuğu için aynı atabilmesi beni her seferinde en çok şaşırtanlardandır.
Pembe, şeker kapaklı 1001 Gece
Denemeleri’ne başlarken ruh halimin pek de iç açıcı olmaması devamını etkiledi
sanırım. Canım okuma arkadaşım bu durumu kitaptan bir şiir yollayarak özetleyivermez
mi! Hani “şu mine çiçeğinin ölmekte olduğu çiçeklik” diye başlayan ve
“Herkesin gözünde hep sağlam
sanılırken,
İnce, ama derin yarasının
Gizlice büyüdüğünü ve ağladığı
duyar,
Kırıktır, ona dokunmayınız.”*** diye
biten şiir.
Belki de bütün hayatımızı kaplayan ve kaplayacak olan o derin sızı geçecek mi bilinmez. En azından bununla yaşamaya çalışmak, öğrenmektir belki de bu hayattaki dersimiz. Hal böyleyken tatlı şaşkınlıklarla başlayan kitabın devamını getiremedim sanırım. Bu kadar yaş almamışken ne olursa olsun elime aldığım kitapları bitirmek isterdim. Hele de bu kadar şekerlerse. Şimdilerdeyse o kitap okunacaksa zaten birgün kaldığı yerden, tüm satırlarıyla, yüzüme oturtacağı gülümsemeleriyle okunacaktır diyorum...
Belki de bütün hayatımızı kaplayan ve kaplayacak olan o derin sızı geçecek mi bilinmez. En azından bununla yaşamaya çalışmak, öğrenmektir belki de bu hayattaki dersimiz. Hal böyleyken tatlı şaşkınlıklarla başlayan kitabın devamını getiremedim sanırım. Bu kadar yaş almamışken ne olursa olsun elime aldığım kitapları bitirmek isterdim. Hele de bu kadar şekerlerse. Şimdilerdeyse o kitap okunacaksa zaten birgün kaldığı yerden, tüm satırlarıyla, yüzüme oturtacağı gülümsemeleriyle okunacaktır diyorum...
Arka Kapak
“Şair ve deneme yazarı Salah
Birsel, Türk edebiyatının önde gelen ustalarındandır. Günlük konuşma dilinde
pek az bilinen sözcük ve deyimleri tedavüle sokmakla kalmaz, kendi yarattığı
ilginç deyişleri de sıkça kullanarak oluşturduğu anlatımını alaycı tavrıyla
birleştirdiği özgün bir üslubun da sahibidir de.
Salah Birsel, 1001 Gece
Denemeleri’nin bu son halkasında da gerçek bir edebiyat şöleni sunuyor; sohbet
eder gibi, içten, şakacı, ironik tarzı okuyanda tiryakilik yaratıyor.
“Ben demelerimi şiir gibi
yazarım. Boyuna sözcükler, tümcelerle boğuşurum. Bir yerde, yazının iplerini
çekenin ben olmadığımı, benim yerime, deneme yapısına karışmış sözcüklerin
karar verdiğini, buyruklar savurduğunu görürüm. Kimi zaman belli bir tümceye
denememde yer vermek istediğim halde, bunun üstesinden gelemem. Denemenin
yapısı, denemedeki öteki tümcelerin sıralanışı buna engel olur.
Ey okur, gıkını çıkarmadan
okuduğun denememize şaşıp kalma.Bunun ayıbı da şanı da bizimdir.””
*Sh.7
**Sh.10
***Sh.103-104
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder